Namazı terk eden adam, bütün varlıkların hukûkunu çiğnemiş ve bütün varlıklara zulmetmiş olmaktadır ayrıca.
Çünkü Kur’ân’ın beyanıyla, gökte ve yerde ne varsa bütün varlıklar-–eksiksiz,—ALLAH’a tesbih ve ibâdet etmektedirler.
Öyleyse, varlıkların kemâlleri ancak, ALLAH’ı tesbih ve ibâdet ile bilinmektedir.
İbâdeti terk eden kimse ise varlıkların ibâdetini görmemekte ve takdir etmemektedir. Hattâ inkâr da etmektedir. Bu nankörce anlayış ise, ibâdet ve tesbih noktasında yüksek birer makamda bulunan ve her biri birer İlâhî mektup ve ALLAH’ın isimlerinin birer aynası hükmünde bulunan varlıkları, yüksek makamlarından düşürmekte; ehemmiyetsiz, vazifesiz, donuk, başı boş, cansız, ruhsuz, mânâsız, perîşan bir vaziyette göstermektedir. Bu anlayış ise bütün mevcûdâta ve bütün kâinâta hakâret ve kemâlâtını inkâr mânâsı taşımaktadır. Yani ibâdetsiz adam, varlıkların içinde bulundukları ibâdet ve itaat halini, yani “hakîkat-i hâli” görmediğinden ve takdir etmediğinden varlıkların tamamının hukûkunu da çiğnemiş olmaktadır.
Çünkü, herkes kâinâtı kendi aynasında görmektedir. CENAB-I HAKK insanı, kâinât için bir ölçü sûretinde yaratmıştır. Her insana, bu âlemden bir husûsî âlem vermiş; o âlemin rengini, o insanın kalbinin îtikadına göre göstermektedir. Meselâ ağlayan ve ümitsiz bir adam, her şeyi ağlar ve ümitsiz vaziyette görmektedir.
Çünkü, herkes kâinâtı kendi aynasında görmektedir. CENAB-I HAKK insanı, kâinât için bir ölçü sûretinde yaratmıştır. Her insana, bu âlemden bir husûsî âlem vermiş; o âlemin rengini, o insanın kalbinin îtikadına göre göstermektedir. Meselâ ağlayan ve ümitsiz bir adam, her şeyi ağlar ve ümitsiz vaziyette görmektedir.
Sevinçli, neşeli, müjdeli ve neşesinden gülen bir adam ise, kâinâtı dâimâ gülen, neşeli, sevinçli ve müjdeli görecektir.
İbâdetini ve tesbihini ihmâl etmeyen ve ciddî biçimde yerine getiren kişi ise, kâinâtın hakîkaten var olan ve gerçek olan ibâdetini ve tesbîhâtını keşfedip görecektir. Gafletle veya inkârla ibâdeti terk eden adam ise, kâinâtı, bulunduğu hâle tamamen zıt ve muhâlif bir makamda algılayacak ve kâinâtı yanlış değerlendirecektir. Bu anlayış ise, gerçekten tesbih ve ibâdet içindeki kâinâta haksızlık ve tecâvüz mânâsı içermektedir.
Sonra, namazı terk eden adam, kendi Yaratıcısının bir kulu olan kendi nefsine de zulmetmiş olmaktadır. Böylece yaratılışının netîcesi ve gâyesi olan ibâdeti terk ettiğinden, ALLAH’ın hikmetine ve irâdesine de saygısızlık ve hürmetsizlik etmiş olmaktadır. Bu da o kişinin cezaya çarptırılması için yeterli bir sebeptir.
Sonra, namazı terk eden adam, kendi Yaratıcısının bir kulu olan kendi nefsine de zulmetmiş olmaktadır. Böylece yaratılışının netîcesi ve gâyesi olan ibâdeti terk ettiğinden, ALLAH’ın hikmetine ve irâdesine de saygısızlık ve hürmetsizlik etmiş olmaktadır. Bu da o kişinin cezaya çarptırılması için yeterli bir sebeptir.
Demek ibadeti terk eden kişi:
1- Kendi nefsine zulmetmiş olmaktadır. Oysa nefis, CENAB-I HAKK’ın kuludur.
2- Kâinatın kemâlâtının hukukunu çiğnemiş olmaktadır.
3- ALLAH’ın hikmetine ve iradesine karşı haddini aşmış ve saygısızlık yapmış olmaktadır.
2- Kâinatın kemâlâtının hukukunu çiğnemiş olmaktadır.
3- ALLAH’ın hikmetine ve iradesine karşı haddini aşmış ve saygısızlık yapmış olmaktadır.
İşte Kur’ân bu vahim sonuca uğramayalım diye bizi şiddetle ve ısrarla ibadete çağırmakta; ibadet yapmayanları ise Cehennem ve azapla tehdit etmektedir. Kur’ân’ın ifadeleri, gerçeğin ve hakikatin abartısız ifadesidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder