28 Mayıs 2012 Pazartesi

nefsin hîleleri bilinmeden, rûhun huzûru elde edilemez

Nefis ruha ait bir özelliktir. Ruhda bulunan bu özellik insana devamlı olarak günah işlemeyi telkin eder. Nefsin isteklerini yerine getirdikçe güç kazanır(aslanlaşır).
Ameli salih ve takva ile yaşadıkça zayıflar(kuzulaşır).
ALLAH nefis ve şeytan gibi şeyleri insanın terakki ve tekemmülü için insana musallat etmiştir. Bu yüzden imtihan dünyasında ölene kadar nefis ve şeytan insan mahiyetinde vazifesini yapacaktır. İnsanın vazifesi de bu düşmanlarla mücadele edip ALLAH yolunda terakki etmektir.
"Melaikenin taati yaratılışı gereğidir. Beşerin taati ise nefis mücadelesiyledir. Çünkü insan tabiatına şehvet, hırs, heva, gadab gibi duygular konmuştur. Bu duygularla birlikte ibadet meşakkatlidir."
nefsin hîleleri bilinmeden, rûhun huzûru elde edilemez.
HAYATIN, SURî, GEÇİCİ GÜZELLİKLERİNE ALDANIYOR; ONU DAİMİ ZANNEDİYOR VE DOLAYISIYLA DA AHİRETİ UNUTUYOR..

nefisle çatışma vardır. Nefis günahları seviyor ve arzu ediyor. Eğlenceyi, keyfi. çalgıyı, düğünü, yatmayı, gezmeyi, tozmayı seviyor. Sevaplı işlere de tenbelleniyor. Hayırlı, sevaplı işleri de yapmakta zorlanıyor; kaçmağa çalışıyor, kaytarmağa çalışıyor.
insanın nefsi insana düşman adetâ... Nefsi kendisi demek, insanın kendisi kendisinin kötülüğünü istiyor. Sanki içinde bir düşmanı var, kendi aleyhe çalışıyor. Sanki kalenin içine casus girmiş, kaleyi içten fethetmeğe çalışıyor.
Kim de, Rabbinin huzurunda duracağından korkar ve nefsini arzularından alıkoyarsa, şüphesiz, cennet onun sığınağıdır
Âyinedir bu âlem,her şey HAKK ile kaim,
Mir'ât-ı MUHAMMADSAV'den ALLAH görünür daim...

dünyanın gerçek manası ve aslî mahiyeti

Her şey gibi dünyayı da gerçek manasının ve aslî mahiyetinin dışında değerlendirmeyi akıl kabul etmez. Akıl dışı şıklar, “zan, cehalet veya vehim” ile ifade edilirler.

Dünya hayatını gerçek manasının aksiyle değerlendirmek vehimdir, insanı aldatır, oyalar ve rahatsız eder.
Dünya nedir, niçin yaratılmıştır?
dünyanın gerçek manası ve aslî mahiyeti

Bu kâinat, her insanın farklı şekilde vehmettiği, ne olduğu bilinmez bir ülke değildir. Onu yapan ve yaratan Zât, ondaki manaları ders veren kitaplar indirmiş, peygamberler göndermiş ve onu vehimlerin tasallutundan kurtarıp iman ehline hakikati olduğu gibi göstermiştir.
"Dünya, bir kitab-ı Samedanîdir.
Huruf(harfler) ve kelimatı nefislerine değil,
belki başkasının zât ve sıfât ve esmasına delalet ediyorlar.
Öyle ise manasını bil al, nukuşunu bırak git."
"Hem bir mezraadır, ek ve mahsulünü al, muhafaza et;
müzahrefatını at, ehemmiyet verme."
"Hem birbiri arkasında daim gelen geçen âyineler mecmuasıdır.
Öyle ise, onlarda tecelli edeni bil, envârını gör ve onlarda tezahür eden esmanın tecelliyatını anla ve müsemmalarını sev ve zevale ve kırılmaya mahkûm olan o cam parçalarından alâkanı kes."
"Hem seyyar bir ticaretgâhtır. Öyle ise alış-verişini yap, gel ve senden kaçan ve sana iltifat etmeyen kafilelerin arkalarından beyhude koşma, yorulma."
"Hem muvakkat bir seyrangâhtır. Öyle ise, nazar-ı ibretle bak ve zahirî çirkin yüzüne değil;
belki Cemil-i Bâki'ye bakan gizli, güzel yüzüne dikkat et, hoş ve faideli bir tenezzüh yap, dön ve o güzel manzaraları irae eden ve güzelleri gösteren perdelerin kapanmasıyla akılsız çocuk gibi ağlama, merak etme."
"Hem bir misafirhanedir. Öyle ise, onu yapan Mihmandar-ı Kerim'in izni dairesinde ye, iç, şükret.
Kanunu dairesinde işle, hareket et. Sonra arkana bakma, çık git. Herzekârane fuzulî bir Sûrette karışma. Senden ayrılan ve sana ait olmayan şeylerle manasız uğraşma ve geçici işlerine bağlanıp boğulma."
Dünyanın aslî mahiyeti bu gibi hakikatler iken, onu bu gerçeklerin dışında yorumlamak vehimden başka bir şey değildir.
Dünya, fani bir misafirhane olduğu halde onu ebedî bir mesken olarak görmek ancak vehimdir, akıl buna ihtimal vermez ve bu şıkkı reddeder.
Yine dünyada her şey bize İlâhî bir rahmet iken, güneşten, havadan, sudan, bitkilerden ve hayvanlardan sürekli faydalandığımız halde, dünyanın hikmetsiz ve rahmetten uzak bir belde olduğunu düşünmek de vehimdir.
“Cansız varlıkların canlıların imdadına, bitkilerini hayvanların yardımına, hayvanların insanların hizmetine koştukları” açıkça görüldüğü halde, dünyayı bir mücadele meydanı olarak görmek ve “Hayat cidaldir(Savaşma). demek de vehmin ürünüdür.
“Bir harfin kâtipsiz, bir iğnenin ustasız olamayacağını” her akıl kabul ettiği halde, bu kâinatı sahipsiz, tasadüfen var olmuş değersiz bir varlık olarak görmek de yine vehmin sonucudur.


Dünya ahiretin tarlası ve bir imtihan salonu olunca, bu alemde her çeşit lezzeti ve saadeti tadacağımızı vehmetmek, hadiseleri yanlış değerlendirmemize yol açar. Bu nazarla baktığımızda musibetlere, hastalıklara, ihtiyarlığa ve ölüme bir mana veremeyiz ve bu olaylar hakkında gerçek dışı düşüncelere sapabiliriz.

“Bazı hadiselerin bizzat güzel, bazılarının ise neticeleri itibariyle güzel” olduklarını bilsek, hastalıkları günahlarımıza kefaret, ölümü bu dünyadan daha güzel bir âlemin kapısı olarak görebilsek dünya hayatımız da saadet içinde geçer.

Dünya hayatını gerçek manasının aksiyle değerlendirmek vehimdir, insanı aldatır, oyalar ve rahatsız eder.

27 Mayıs 2012 Pazar

kimileri isyan kimileri kalbur üstü

"Belki sevmediğiniz şey, hakkınızda hayırlıdır"
(Bakara Sûresi, 2:216.)
ALLAH bizi bu dünyaya imtihan için getirmiş bir takım sıkıntı ve belalar ile bizim istidat ve kabiliyetlerimizi inkişaf ettirip olgunlaştırmak istiyor. Bize düşen bu sıkıntı ve belalara karşı sabır ile mukabele etmek ve dünyanın hangi hali olursa olsun geçici ve imtihan için olduğunu bilmek ve saadeti ebediye de ki mükafatını düşünüp teselli bulmaktır.

Bir taş kaba saba iken bir heykel tıraşın elinde şekillenerek güzel bir sanat olması için bazı yontma ve kırılmalardan geçmek eza ve cefa çekmek zorundadır yoksa kemal bulamaz. Bunun gibi bizimde fıtratımızda çok kaba saba ve ham kabiliyetlerimiz var bunların inkişaf edip olgunluk kazanması için bazı imtihanlardan geçmesi gereklidir. Bu kabileyetlerimizin inkişaf edip olgunlaşması da ancak sıkıntı ve imtihanlarla oluyor.

ALLAH boş yere kimseyi hırpalamaz ya ceza ya makam ya da mevki vermek için sıkıntıya tabi tutar burada bize düşen sabır ile mukabele etmektir. Hayat bir elek gibidir sıkıntılar ile sallanır kimileri isyan ile elenir kimileri de kalbur üstü makamlara çıkar.
Bir gün okyonusta yol alan bir gemi kaza geçirerek battı.Gemiden tek bir kişi sağ kurtuldu.Dalgalar bu adamı küçük ıssız bir adaya kadar sürükledi.Adam ilk günler kendisini kurtarması için ALLAH'a yakardı ve yardım bulurum umuduyla ufka baktı.Ama ne gelen oldu ne de giden.
Daha sonra rüzgardan,yağmurdan ve zararlı hayvanlardan korunmak için ağaç dallarından bir ev yaptı.Sahilde bulduğu,gemiden arta kalan konserve,pusula vs.gibi eşyaları bu kulübeye koydu.Günler hep aynı şekilde geçiyordu.Balık avlıyor pişirip yiyor ufku gözlüyor kendisini kurtarması için ALLAH'a dua ediyordu.
Birgün tatlı su getirmek için yürüyüşe çıkmıştı,geri döndüğünde kulübesinin alevler içinde yandığını gördü.Duman göğe yükseliyordu.Başına gelebilecek en kötü şeydi bu.Keder ve öfke içinde donakaldı.Şimdi bu ıssız adada başını sokabileceği bir kulübesi bile kalmamıştı.
ALLAH'ım bana bunu nasıl yapabildin?"diye feryat etti.ogeceyi üzüntü ve keder içinde geçirdi.O kadar dua ettiği halde ALLAH'a,bu olayı başına getirmesinden dolayı sitemler etti.
Ertesi sabah erken saatlerde,adaya yaklaşmakta olan bir geminin düdük sesiyle uyandı.Onu kurtarmaya geliyorlardı!Artık kurtulmuştu.
"Benim burada olduğumu nasıl anladınız?"diye sordu bitkin adam kendisini kurtaranlara.
Cevap onu hem şaşırttı,hem de utandırdı.
-"DUMANLA VERDİĞİNİZ İŞARETİ GÖRDÜK!"

26 Mayıs 2012 Cumartesi

Kötü sebeplere yanaşmayın!

"Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki, onun rızkını vermek ALLAH'a ait olmasın."
(Hud Sûresi, 11: 6.)
(ALLAH’tan korkun, istediğiniz şeylere kavuşmak için, iyi sebeplere yapışın. Kötü sebeplere yanaşmayın! Hiç kimse, takdir edilen rızkına kavuşmadıkça ölmez.) [Hakim]

(Eceliniz sizi nasıl takip ederse, rızkınız da öylece takip eder. Rızık için sıkıntı çekerseniz, ALLAHÜ TEALAnın emrine uygun hareket edin.) [Taberani]
Hz. Ali (r.a) ve Hırsız…
Hz. Ali bir gün mescide geldi.Mescidin kapısında bir adam duruyordu.Hz. Ali, bu adamdan, kendisi mescitten çıkana kadar bineğini beklemesini istedi.Hz. Ali mescide girdikten sonra,adam hayvanın yularını alıp kaçtı. Hayvanı orada başıboş bırakıverdi.
Hz. Ali mescitten çıkarkan elinde iki dirhem para vardı.Adamı yaptığı yardımdan dolayı ödüllendirmek istiyordu.Fakat birde ne görsün; hayvancağız tek başına ,hem de yuları çalınmış olarak kapıda bekliyor.Yapacak bir şey yoktu.
Hz. Ali evine döndü.Daha sonra, yanında çalışan çocuğu yeni bir yular alması için çarşıya gönderdi.Çoçuk iki dirheme bir yular aldı.Hz. Ali yuları görünce şaşırdı.Bu yular , çalnan yular değil miydi?Hırsız onu çoçuğa iki dirheme satmıştı.Bunu gören Hz. Ali şöyle dedi:
“İnsan, sabretmemekle sadece,helal olan rızkını harama çevirir.Asla, kendisine edilen rızkı arttıramaz”

25 Mayıs 2012 Cuma

İKİ ŞEY!

İKİ ŞEY!
Çözümsüz görünen problemleri bile çözer:
1- Bakış açısını değiştirmek
2- Karşındakinin yerine kendini koyabilmek
İKİ ŞEY!
Kalitesiz İnsan’ın özelliğidir:
1- Şikayetçilik
2- Dedikodu
İKİ ŞEY!
Yanlış yapmanı engeller:
1- Şahıs ve olayları akil ve kalp süzgecinden geçirmek
2- Hak yememek
İKİ ŞEY!
Kişiyi gözden düşürür :
1- Demagoji (Laf kalabalığı)
2- Kendini ağıra satmak (övmek
, vazgeçilmez göstermek)
İKİ ŞEY!
İnsanı ‘Nitelikli İnsan’ yapar:
1- İradeye hakim Olmak
2- Uyumlu Olmak
İKİ ŞEY!
Geri bırakır:
1- Kararsızlık
2- Cesaretsizlik
İKİ ŞEY!
Kâşif yapar:
1- Nitelikli çevre
2- Biraz delilik
İKİ ŞEY!
Ömür boyu boşa kürek çekmemeni sağlar:
1- Baskın yeteneği bulmak
2- Sevdiğin isi yapmak
İKİ ŞEY!
Iki sey basariyi mutlulukla beraber yakalamanın sırrıdır:
1- Niyetin saf olması
2- Ruhsal farkındalık
İKİ ŞEY!
Milyonlarca insandan ayırır:
1- Sorunun değil, çözümün parçası olmak
2- Hayata ve her şeye yeni (özgün, orijinal, farklı) bakış açısıylayaklaşabilmek
İKİ ŞEY!
Gelişmeyi engeller:
1- Aşırılık (mübalağa, abartı, ifrat)
2- Felakete odaklanmış olmak
İKİ ŞEY!
Çözüm getirir:
1- Tebessüm (gülümseme)
2- Sükût (susmak)
İKİ ŞEY!
Değeri kaybedilince anlaşılır:
1- Anne
2- Baba
İKİ ŞEY!
Geri alınmaz:
1- Geçen zaman
2- Söylenen söz
İKİ ŞEY!
Ulaşmaya değerdir:
1- Sevgi
2- Bilgi
İKİ ŞEY!
“Hayatta önemli olan her şey” içindir:
1- Nefes alabilmek
2- Nefes verebilmek..

Seyreyle Güzel Kudret-İ MEVLA Neler Eyler

İşin şakası olmadığını bilenler hep hüzünlü olmuşlar.
Demek sen, bu söze (Kur’ân’a) inanmazlarsa, arkalarından üzülerek âdeta kendini tüketeceksin!“ Ey HZ MUHAMMADSAV Mü’min olmuyorlar diye adetâ kendini helak edeceksin!
Biz dilesek, onlara gökten bir mucize indiririz de, ona boyun eğmek zorunda kalırlar. RAHMAN’dan kendilerine gelen her yeni öğütten mutlaka yüz çevirirler.
Onlar (ALLAH’ın âyetlerini) yalanladılar, fakat alay edegeldikleri şeylerin haberleri başlarına gelecek”.“Kötü ameli kendisine süslü gösterilip de onu güzel gören kimse, ameli iyi olan kimse gibi mi olacaktır?
Şüphesiz ALLAH dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir. (Ey HZ MUHAMMADSAV!) Onlar için duyduğun üzüntüler yüzünden kendini helâk etme!
Şüphesiz ki ALLAH onların yaptıklarını hakkıyla bilendir”
Seyreyle Güzel Kudret-İ MEVLA Neler Eyler
ALLAHa Sığın ADL-İ TEALA Neler Eyler
Canana Gönül Vereli Ben Candan Usandım
Hem Düşeliden Derdime Dermandan Usandım
Meyl Eylemezem Gayrisine Tevbeler Olsun
Bu Ân’e Değin Ettiğim İsyandan Usandım
Pervane Gibi Yanmağı İster Deli Gönlüm
Her Şam-U Seher Ah İle Efgandan Usandım
Kalmadı Firak Giryesine Sonra Mecalim
Vuslat Dilerem Yarime Hicrandan Usandım
Aşk İle Üns Oldi Gönül Geçdi Siva’dan
Ben Sohbet-İ Nas Ülfet-İ Yarandan Usandım
Çün Zerre Vefa Bulmadım İhvan-İ Zemandan
Şol Yüzleri Dost Özleri Düşmandan Usandım
Vird Edeyim İsmin Hemen Hayret-İ Hakkın
Kesret İle Ünsiyet-İ İnsandan Usandım
fatma’ye Vahşet Golüben Cümle Siva’dan
Der Her Ne Ki Ağyar Var İse Andan Usandım
(Seyreyle güzel, MEVLA’nın kudreti neler eyler / ALLAH’a sığın, yüce (İlâhî) adalet neler eyler… )
(Sevgili’ye gönül vereli ben candan usandım / Derdime düştükten (beri) dermandan usandım.)
(Suları bozulmuş, içtikleri kalp; Hazreti HAKK’a / Bir an dahi ettiğim isyandan utandım.)
(Yönelmem başkasına tevbeler olsun / Bu ana kadar ettiğim isyandan utandım.)
(Deli gönül pervane gibi yanmayı ister / Sabah ve akşam ah ile inlemeden usandım.)
(Ayrılık gözyaşı dökmeye mecalim kalmadı / Yârime(SAV) kavuşma dilerim; iç acısından usandım.)
(Gönül âşk ile tutkun oldu; gayrisinden geçti / Ben insan sohbetinden dost görüşmesinden usandım.)
(Çünkü zamane insanlarından zerre vefa bulamadım / Yüzleri dost, özleri (içleri) düşmandan usandım.)
(Kudretine hayret kaldığım HAKK’ın ismini anayım / Çokluk ile insanlarla görüşmekten usandım.)
(fatma’ye (HAKK’tan) gayrisi vahşet görünerek / fatma der ki: ‘Her ne var ise ondan usandım.)
Dil harap,Gönül yorgun...!Ya R A B hüznü'me Dua sürdüm sabır taneleri ile...
Olurmuki akibetim hayır diye...!

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Kafirin kardeşliği ve dostluğu

144. Ey iman edenler! Mü'minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Kendi aleyhinize ALLAH'a apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?
Kafirin kardeşliği ve dostluğu zamanın en küçük birimi olan salise kadar değerli ve o kadar genişliktedir.
Zira bu kardeşlik ve dostluk ALLAH için olmadığından, sonucu olmayan akim bir dostluk ve kardeşliktir. Kafirin nazarında her şey bir an görünür sonra zaman nehrinin girdabında kaybolur birer zavallı mahluklardır. Böyle olunca onun kardeşlik ve dostluğu kısacık zaman diliminde hapsolmuş, menfaat esaslı ve devamı olmayan sahte bir kardeşlik ve dostluktur.
Küfür ve gafletin nazarında her şey fenaya mahkum esassız ve çürüktür. Hal böyle olunca ona mebni olan dostluk ve kardeşliklerde esassız ve çürük olur demektir.
Lakin iman kardeşliği ALLAH için olduğundan, sonlu ve fani değil ebedi ve daimidir. Bir dakika ALLAH için dostluk kurmak ebedi cennette ebedi dostluğu netice vereceği için, bu dostluk akim ve güdük değil daimi ve ebedidir. Bu yüzden esaslı ve sağlam temelli bir dostluk ve kardeşliktir.
Mümin bir zat, imanın verdiği nur ve muhabbet ile mazide kalmış enbiya ve evliyalar ile dostluk kurabildiği gibi, istikbalde de aynı dostluk ve muhabbeti devam ettirebilir. İmandan gelen kardeşlik güneş gibi sönmez ve devamlıdır; küfrün kardeşliği ise
çabuk sönen bir saman alevi gibidir.
Ömer b. Hattab (r.a.) şu hadisi rivayet eder: "ALLAH'a (c.c.) olan bağlılıklarından dolayı peygamberler ve şehidler olmadıkları halde, peygamberler ve şehidlerin bile onlara gıpta edecekleri ALLAH'ın (c.c.) bazı kulları vardır."
Ashab: "Ey ALLAH'ın RESULÜ SAV! Onlardan bize haber ver," dediler.
"Onlar aralarında neseb veya ticaret bağı olmaksızın, sırf ALLAH (c.c.) rızası için birbirini seven müminlerdir. Onların yüzü nurdur. Nurdan yapılmış koltuklar üzerindedirler? insanların mahzun olup korktukları bir günde, onlar ne korkar ne de mahzun olurlar. RESULULLAH (s.a.v.) daha sonra da şu âyeti okudu:
"Dikkat edin! ALLAH'ın veli kulları üzerinde ne korku vardır ne de mahzun olacaklardır."
( Yunus: 62)

cemal ve celal tecellileri

Her varlık, yaptığı bütün işleri ALLAH namına yapmakta, O’nun ihsanıyla kendi gücünün çok ötelerinde işler başarmaktadır. Öte yandan, bu dünya hayatında
“cemal ve celal tecellileri” birbirini takip etmekte,
“her kemale bir noksan katmak bu âlem-i kevn ü fesadın(Var olma ve yok olma yeri) muktezası” olduğundan,
sıhhati hastalık, gençliği ihtiyarlık,
izzeti zillet takip etmektedir. Bu ise her iki tip esmanın da tecelli etmesi içindir.
Mesela, insan gençliğinde Muizz (izzet sahibi) isminin bir cilvesiyle güçlü, kuvvetli, sağlam ve dinç olur. Daha sonra Müzill (zillet verici) ismini tecellisiyle ihtiyarlar, hastalanır, güçsüz ve kuvvetsiz kalır.

İnsan her iki halde de İlahi isimlere ayna olmakta ve bundan bir şeref kazanmaktadır. Çiçeklerin açması ve solması, baharı sonbaharın takip etmesi, ruhumuzun bazen neşe ile mesut, bazen kederlerle mahzun olması da bu iki tür tecellilere dayanır.

Ahirette ise, cemal tecellileri bütün güzelliğiyle cennette,
celal tecellileri ise bütün ihtişamıyla cehennemde kendini gösterecektir.

22 Mayıs 2012 Salı

Fakrım benim fahrimdir.

“Fakrım benim fahrimdir.”
İnsanın aczi ve fakrı sonsuzdur.
Biz neye muhtaç isek onun fakiriyiz ve neyi yapmaya güç yetiremiyorsak onun aciziyiz.. Bu nazarla bakıldığında, insanın aczinin de fakrının da sonsuz olduğu anlaşılır.
İnsan göz yapamaz, bundan acizdir, göze ihtiyacı vardır, onun fakiridir. O halde saçımızdan tırnağımıza, havadan suya meyvelerden sebzeler, güneşten aya, tâ cennet bahçelerine kadar her şeye muhtacız, bütün bunların fakiriyiz ve bütün bu ihtiyaçlarımızı kendi gücümüzle görmekten de çok uzağız, hepsine karşı aciziz.
İşte kendini ve haricindeki âlemi bu nazarla seyreden insanın kalbi RABBine karşı sonsuz bir muhabbetle ve haşyetle dolar.
. O halde, insan kendi aczini ne kadar fazla hissederse ALLAH’a o kadar fazla sığınır. Yine kendi fakrını ne denli hissederse, RABBinden o kadar fazla rahmet diler. Bu ruh haletini taşımak ALLAH’ın rahmetinin celbine vesile olması cihetiyle insan için büyük bir şefaatçi, büyük bir kuvvet menbaıdır.
Bir insanın muhtaç olduğu her şey, onun ne kadar fakir olduğunu gösteriyor. Zira fakirliğin ölçüsü ihtiyaç nisbetindedir.

Bu sonsuz denebilecek kadar çok olan ihtihaçlarımızı gidermek için ise, güç yetirecek bir iktidardan mahrumuz. Bu durum ise aczimizi ifade etmektedir. Mesela yağmura muhtacız ancak yağdırmaktan da aciziz.

Bütün bu ihtiyaçlarımızı giderecek olan ise, bizim ve alemlerin RABBi olan ALLAH'tır. Onun dışında hiç bir kuvvet ve kudret bu ihtiyaçlarımıza cevap veremez.

ALLAH'tan başkasına yapacağımız müracaatlar bir çeşit dilenciliktir. Dileniriz, acnak hiç bir cevap alamayız.
ALLAH'tan istememiz ise bir dilenme değildir.
Zira o bizim RABBimiz ve sahibimizdir. Annemizden ve babamızdan bir şey istememiz bir dilencilik olmadığı gibi, asıl sahibimiz ve malikimiz olan ALLAH'tan istemek de bir dilencilik değildir, bir şeref ve izzettir. Madem her şeyin anahtarı ondadır, öyle ise ona müracaat edelim.
Ona müracaat eden, başkasına muhtaç olmaz.
"Ey yüce kudret sahibi olan ALLAH'ım, benim gücüm ve iktidarım hiç bir şeye yetmiyor, ama sonsuz denecek kadar da mutacım. Bu ihtiyaçlarımı ancak ve ancak sen giderebilirsin."

21 Mayıs 2012 Pazartesi

yoksul takımını dışarı çıkar

RABlerinin rızâsını isteyerek sabah akşam O’na yalvaranları kovma!”
En’âm sûresi (6), 52].
Mekkeli müşrikler fakir ve yoksullarla bir arada bulunmayı kendilerine hakaret saydıkları için PEYGAMBER EFENDİMİZ SAV'den bu yolda bir istekte bulunmuşlardı.
Bizim seninle görüşüp konuşmamızı istiyorsan,
yanına geldiğimiz zaman bu yoksul takımını dışarı çıkar, demişlerdi.
O putperestlerin bir arada bulunmayı istemedikleri kimseler, İslâm’a gerçekten gönül vermiş olan Habbâb İbni Eret, Suheyb-i Rûmî ve Bilâl-i Habeşî gibi köleler ile diğer yoksullardı.
ALLAH U TEALA âyette de, kendi rızâsını isteyerek dua ve zikirle meşgul olan fakir kullarını, burnu havalarda olan kendini beğenmiş zenginlere tercih ettiğini belirtmekte ve bu has kullarını hiçbir şekilde incitmemesini, gücendirmemesini, dünya hayatının geçici câzibesini temsil eden bu kibirli adamların sözüne kapılıp da gözünü onlardan ayırmamasını istemektedir.

o meclisten yüz çevirdi, ALLAH da ondan yüz çevirdi

RESULULLAH sallallahu aleyhi ve sellem Mescid-i Nebevî’de oturmuş,
sahâbîler de onun etrafını almışken karşıdan üç kişi çıkageldi.
İkisi RESULULLAH sallallahu aleyhi ve sellem’e doğru yöneldi, diğeri gitti.
RESULULLAH sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gelenlerden biri cemaatin arasında bir boşluk görüp oraya oturdu. Öteki ise cemaatin arkasına gidip oturdu. Üçüncü adam da çekip gitti.
RESULULLAH sallallahu aleyhi ve sellem sözünü bitirince (bunlar hakkında) şöyle buyurdu:
“Size şu üç kişinin durumunu haber vereyim mi?
Onlardan biri ALLAH’a sığındı, ALLAH da onu barındırdı.
Diğeri (insanları rahatsız etmekten) utandı, ALLAH da ondan hayâ etti.
Ötekine gelince, o (bu meclisten) yüz çevirdi, ALLAH da ondan yüz çevirdi.”
Bir gün RESULULLAH sallallahu aleyhi ve sellem bir ilim halkasında oturan sahâbîlerinin yanına geldi de onlara:
- “Burada niçin oturuyorsunuz?” diye sordu.
- Bize İslâmiyet’i nasip ederek büyük bir lutufta bulunması sebebiyle ALLAHı zikretmek ve ona hamdetmek için oturuyoruz, diye cevap verdiler. RESUL-i EKREM SAV:
- “Gerçekten siz buraya sadece ALLAHı zikretmek için mi oturdunuz?” diye sordu.
- Evet, vallahi sadece bu maksatla oturduk, dediler.
Bunun üzerine ALLAH'ın RESULU SAV:
- “Ben size inanmadığım için yemin vermiş değilim.
Fakat bana Cebrâil gelerek ALLAH TEALA ’nın meleklere sizinle iftihar ettiğini haber verdi de onun için böyle söyledim” buyurdu.
1. ALLAH TEALA kendisini anan kullarından hoşnut olur ve onları meleklerinin yanında anar.
2. Bazı meleklerin vazifesi ALLAH’ı anıp zikredenleri tesbit etmektir.
3. Melekler ALLAH’ı zikreden insanları sever ve onları himâye ederler.
4. ALLAHın anıldığı zikir meclislerinde bulunmak insana mânevî faydalar sağlar.
5. CENAB-ı HAK kendisinden samimiyetle bağışlanma dileyen kullarını bağışlar ve onları korktuklarından emin kılar.
“ALLAH TEALA’nın yollarda dolaşıp zikredenleri tesbit eden melekleri vardır. Bunlar CENAB-ı HAKKı sohbet (zikreden )bir topluluğa rastladıkları zaman birbirlerine “Gelin! Aradıklarınız burada!” diye seslenirler ve o zikredenleri dünya semâsına varıncaya kadar kanatlarıyla çevirip kuşatırlar. Bunun üzerine ALLAH TEALA, meleklerden daha iyi bildiği halde yine de onlara:
- “Kullarım ne diyor?” diye sorar. Melekler:
- Sübhânallah diyerek seni ulûhiyyetine yakışmayan sıfatlardan tenzih ediyorlar, ALLAHÜ EKBER diye tekbir getiriyorlar, sana hamdediyorlar ve senin yüceliğini dile getiriyorlar, derler. Konuşma şöyle devam eder:
- “Peki onlar beni gördüler mi ki?”
- Hayır, vallahi seni görmediler.
- “Beni görselerdi ne yaparlardı?”
- Şayet seni görselerdi sana daha çok ibadet ederler, şânını daha fazla yüceltirler, ulûhiyyetine yakışmayan sıfatlardan seni daha çok tenzih ederlerdi.
- “Kullarım benden ne istiyorlar?”
- Cennet istiyorlar.
- “Cenneti görmüşler mi?”
- Hayır, yâ RABBi! Vallahi onlar cenneti görmediler.
- “Ya cenneti görseler ne yaparlardı?”
- Şayet cenneti görselerdi onu büyük bir iştiyakla isterlerdi, onu elde etmek için büyük gayret sarfederlerdi.
- Bunlar ALLAH’a neden sığınıyorlar?”
- Cehennemden sığınıyorlar.
- “Peki cehennemi gördüler mi?”
- Hayır, vallahi onlar cehennemi görmediler.
- “Ya görseler ne yaparlardı?”
- Şayet cehennemi görselerdi ondan daha çok kaçarlar, ondan pek fazla korkarlardı.
Bunun üzerine ALLAH TEALA meleklerine:
- “Sizi şahit tutarak söylüyorum ki, ben bu zikreden kullarımı bağışladım” buyurur. Meleklerden biri:
- Onların arasında bulunan falan kimse esasen onlardan değildir. O buraya bir iş için gelip oturmuştu, deyince ALLAH TEALA şöyle buyurur:
“Onu da bağışladım. Onlar öyle bir topluluktur ki, onların arasında bulunan kötü olmaz.”

20 Mayıs 2012 Pazar

Üzüm üzüme baka baka kararır

"İyi arkadaş yalnızlıktan, yalnızlık da kötü arkadaştan hayırlıdır. İyilerle dost olan, misk satanla beraber olan gibidir. Onun güzel kokusu diğerine bulaşır. Kötülerle beraber olan da demirci çırağı ile beraber olan gibidir. Onun kiride diğerine yansır"
kişi hangi insanlarla beraber olursa
yavaş yavaş onların huy ve alışkanlıklarını edinmeye, onlar gibi olmaya başlar.
İyi insanlarla dostluk da aynı bunun gibidir.
Bir insanın ne kadar kötü alışkanlığı olursa olsun, beraber bulunduğu iyi insanların güzellikleri peyderpey ona da geçecek
"Hakikâten sûretlere bakmak, insanların nefislerinde, bakılanın ahlakının tohumunu eker. Sevinçli kimsenin sevinci, üzüntülü kimsenin üzüntüsü, bakana sirayet eder.
Böylece hayâldeki sûretin sahibinden sevinç veya üzüntü, hayaliyle bakana bulaşmış olur. Bu, sadece insana mahsus bir meziyet değildir. Hayvan ve nebatatın sûretlerinde daha fazla vardır."
İyi şahıslarla dostluk kuran kimse, kendisi kötü bile olsa iyi olup, sonra onların himmeti ve sohbeti onu hayırlı bir insan haline getirir. Aksine kötülerle dostluk kuran da, kendisi iyi bile olsa bozulur

bardak kırılırsa

Bütün varlıkların yaratılış gayesi ALLAH'a kulluktur (Sâf, 61/1).
Bardagın gayesi su ve benzeri içecekleri muhafaza etmektir
.Eger bardak kırılırsa gayesine hizmet etmez ,çöpe atılır.
Kıymet verilmez
. İşte insanında gayesi ALLAH a kul olmaktır.
Gayesine hizmet etmezse ne değeri ne kıymeti kalır.
Her insanın doğuştan ALLAH katında değeri ve kıymeti aynıdır.
Yaratılıştan getirdiği maddi vücuduyla, değer ve kıymeti belirlenmez. Ancak kendi amelleri (çalışmaları) neticesinde değeri artar veya eksilir.
Kuran; insanın, erkek, kadın, mevki, sınıf, zenginlik, ırk, iklim, bölge farkından kaynaklanan üstünlüklerini tamamıyla siler.
Onların yerine, yegane değer ölçüsü olarak insanın kendi niyet, gayret, sabır gibi çalışmasının ürünü olan üstünlükleri esas ölçü olarak alır.
"ALLAH katındaki hissesini Öğrenmek isteyen kimse, ALLAH'ın kendi­sinin yanındaki hissesine baksın."
"Ey insanlar ALLAH TEALAnin yeryüzüne zikir meclis­lerinde durmaları için gönderdiği melekden seriyeleri vardır. Bunun için sizler de cennetin bahçelerinde fay­dalanın." Onlar: "Ya RASULLAHSAV cennetin bahçeleri nelerdir?" diye sordu­lar, RASULLAHSAV: "Zikir(sohbet) meclisleridir oraya ALLAH'ı zikretmeye gidi­niz ve nefislerinizi orada hatırlatınız. Kim ALLAH katın­daki değerini ve konumunu bilmek istiyorsa ALLAH'ın onun katındaki değer ve konumuna baksın.
Çünkü ALLAH TEALA şöyle diyor:
"Kulumun benim yanımdaki konumu benim kulu­mun yanındaki konumum gibidir."
ALLAH katındaki değerimizi anlamak istiyor isek ALLAH'a ne kadar değer verdiğimize bakacağız. Biz ALLAH'ı sevmiyor muyuz, ALLAH'a itaat ediyor muyuz, ALLAH'a karşı saygımız ne ölçüdedir. Buna göre ALLAH katındaki yerimizi anlarız. Şayet ALLAH'ı seviyor isek ALLAH'a itaat edeceğiz. ALLAH'a itaatimiz yoksa netice veriyor ki ALLAH'a muhabbetimiz yoktur. ALLAH katında ne kadar değerli olduğumuzun ölçüsü bizim ALLAH'a olan sevgimiz ve itaatimiz iledir.

19 Mayıs 2012 Cumartesi

kafirlerin dünyadaki başarısının bir sebebi

Her şeye kıymeti nispetinde değer vermek gerekir. Eğer kıymetsiz bir şeye çok kıymetli bir şeymiş gibi değer verilirse, bu kişinin akıl sağlığının normal olmadığını gösterir. Delirmiş Yahudi bir elmasçının cam kırığına elmas fiyatı vermesi,
onun akıl dengesinin olmadığını kati bir şekilde gösterir. Halbuki akıl ve muhakemesi yerinde olan birisi her şeye kıymeti kadar değer verir.
İşte bu kaideye binaen, dünya ve içindekiler ahiret hayatına kıyasla bir cam kırığı gibidir.
Zira ahiret hayatı ebedi ve sonsuz iken, dünya hayatı çabuk söner geçer bir saman alevi gibidir. Elbette dünya, ahiret hayatına nispetle bir cam parçası gibidir. Öyle ise ahireti kazanmak için verilmiş duygu ve cihazlarımızı dünyanın gelip geçici fani şeylerinde heba etmek, aynen divane Yahudi’nin cam parçasına elmas fiyatı vermesi gibi akılsız ve muhakemesiz bir tavırdır.
Dünya, içindekileri ile beraber ahiretin bir tarlasına denk gelmez. Hal böyle iken, divane gibi bütün ömür sermayemizi dünyanın adi ve basit şeylerinde sarf edip heba etmek akıl karı değildir.
İnsan ahireti kazanmak için verilmiş değerli vaktini beş paraya değmez değersiz şeylerde sarf ederse, elbette o değersiz şeyler üstünde başarı elde eder. İnsanın bu hali dünyaya meydan okuyabilecek çok güçlü bir ordunun küçük ve savunmasız bir köye hücum etmesi ve orayı zapt etmesi gibidir.
İşte kafirlerin dünyadaki başarısının bir sebebi de budur. Ahiret için verilmiş duygu ve cihazlarını bütün güçleri ile dünyaya sarf ediyorlar. Bu da onlara geçici olarak dünyada bir başarı veriyor ama ebedi ahireti kaybediyorlar.
Geçici dünyaya bedel ebedi ahireti kaybeden birisi, hakikatte ziyanda iken, surette ve zahirde kazançta görünebilir.

vakit kaybetme

doğduğumuz anda, esas olarak güneşin bulunduğu burç ve diğer bazı burçların ve gezegenlerin konumlarına göre ilgili yıldızlardan bazı ışınların bizi etkilediğini ve özelliklerimizi şekillendirdiğini söylüyorlar
Nasreddin Hoca ve arkadaşları aşırı soğukların hüküm sürdüğü günlerde bir iddiaya tutuşmuşlar. Arkadaşları o soğuklarda kimsenin tüm bir geceyi dışarıda hiçbir ateş veya ısı kaynağı olmadan geçiremeyeceğini söylerken Hoca kendisinin bunu yapabileceğini söylemektedir.

Olur, olmaz derken Hoca bir geceyi dışarıda geçireceğini ve bunun karşılığında ise arkadaşlarından bir ziyafet istediğini, yapamadığı takdirde kendisinin ziyafet vereceğini söyler. Bir zaman sonra Hoca hakikaten soğuk bir geceyi dağ başında yalnız geçirir.

Hocanın sağ salim bu işi bitirdiğini gören arkadaşları, gerçekten hiç ateş yakmadan bunu nasıl yaptığını sorarlar. Hoca da karşı dağda bir kulübede yanan bir mum gördüğünü onu düşünüp içinin ısındığını söyler. Bunun üzerine arkadaşları itiraz eder
ve hocanın karşı dağdaki bir mumla ısındığını ve iddiayı kaybettiğini söyleyerek ziyafet isterler. Hoca baskı karşısında mecburen kabul eder.

Ziyafet günü geldiğinde Hocanın evinde toplanan arkadaşları yemeği beklemeye başlarlar fakat hoca sürekli yemeğin pişmekte olduğunu söylediği halde yemek bir türlü gelmez. Sonunda “Şu yemeği bir görelim” deyip kalkıp mutfağa giderler ki, Hoca yemeğin bahçede piştiğini söyleyerek onları ağaca astığı koca bir kazanın yanına götürür. Kazanın metrelerce aşağısında bir mum yanmaktadır. Bunu gören arkadaşları. “Yahu Hoca koca kazan bu soğukta mumla kaynar mı?“ deyince. Hoca
“İnsan aynı soğukta karşı dağdaki mumla ısınabiliyorsa kazan da elbet kaynar” diyerek onlara derslerini verir.
Eğer yıldızlar bizi ışınlarıyla etkiliyorsa, hepimizde en yakın yıldız olan güneşin verdiği karakteristik özelliklerin bulunması gerekiyor.
En yakın yıldız (Proxima Centauri ) Newyork’ta olacaktır. 40 cm. ötenizde yanan bir ateş varken birilerinin Newyork’ta yaktığı ateşin sizi etkilediğini söyleyebilir misiniz? Kaldı ki 12 burcu oluşturan yıldızlar bahsedilen yıldızdan çok daha uzaktadır.
Zaten bilimsel olarak kendini ispatlamış olan NASA veya ESA gibi büyük merkezlere bakarsanız ki, buralarda astroloji değil astronomi ilmiyle ilgili binlerce çalışma yürütülüyor; kesinlikle yıldızların veya Güneş sisteminin astrolojik özellikleriyle ilgili birilerini bulamazsınız. Çünkü bahsettiğimiz mesafeler ve özellikler oradaki bilim adamlarınca çok iyi bilindiğinden kimse müspet bilimin üzerinde kavramlarla vakit kaybetmez.

Sonuçta hayatımız üzerinde RABBimizden başka bir tesir sebebi aramak boşunadır.
Gaybı ALLAH’tan başka bilen olmadığı gibi onun kullarını yaratırken verdiği karakter ve diğer özellikleri de yıldızlardan gelen ışınlara bağlamak da yanlıştır. insana gerçek mânâda karakter ve diğer hissî özelliklerini veren varlık ruhtur. Ruhlarımız ise yıldızlardan önce yaratılmıştır.
herşey ALLAHı gösterirken, insanlar yıldız ve gezegenlere tapar konuma sürüklenebilmekte, halis niyetlerle işe başlansa bile bir zaman sonra bu şuursuz varlıklara uluhiyet yüklenebilmektedir farkında olmadan.

17 Mayıs 2012 Perşembe

İnsan ancak iman ve ibadet ile hayvanata efendi olabilir.

"Sende iki cihet var: Birisi, icad ve vücud ve hayır ve müsbet ve fiil cihetidir. Diğeri; tahrib, adem, şer, nefy, infial cihetidir. Birinci cihet itibariyle; arıdan, serçeden aşağı; sinekten, örümcekten daha zaîfsin.."
Hayrın ve icadın vücudi olmasını şöyle tarif edebiliriz: Hayır, çok şart ve sebeplerin bir araya gelmesi ile oluşan ve vücut bulabilmesi için kudret, ilim ve irade gibi sıfatlara muhtaç olan bir olgudur. İnsanın, bir hayra sahip olabilmesi için, o hayrın vücudu için, gerekli bütün sebep ve gerekçeleri hazırlaması ve onu vücuda çıkaracak sonsuz kudret, ilim ve iradeye sahip olması lazımdır. İnsan, bu hususiyetlere sahip olmadığına ve olamayacağına göre, yaratma noktasından hayra sahip olması imkansızdır. Ama dua ve talep ile o hayrın sevabını alabilir.
Mesela, namaz kılmak bir iş, bir eylem, bir hayırdır. Namaz kılmak için bütün aza ve cihazların yerinde olması lazımdır. Secde ve rüku için, hareket yapmak, vücudu çalıştırmak gereklidir. Bu gün, bir kolun kalkıp inmesi için vücutta binlerce kasların ve hücrelerin çalışması gerektiğini, tıp ilmi beyan ediyor.
Bir namazın vücut bulması, binlerce şartın vücuduna bakıyor; onların bir araya getirilmesi ile mümkün. Namaz fiilinde, faraza bin iş varsa, bunun dokuz yüz doksan dokuzunu Allah yaratıyor ve o şartları hazırlayan, Allah’ın ilim, irade, kudret gibi sıfatlarıdır. İnsana ait ise, sadece cüzi bir irade ve talep etmektir.
İşte icat, vücut, hayır, müspet ve fiil gibi şeyler vücudi oldukları için, insanın bu cihet noktasından hiçbir şey elinden gelmez. insan bu noktada arıdan, serçeden aşağı, sinekten, örümcekten daha zayıftır.
bomba-atan-jet-ucak
Şer ise, var olan ve çok sebeplerin bir araya gelmesi ile oluşmuş olan hayrın tek bir sebebinin, vazifesini terk etmesi ya da bir sebebi engellemek suretiyle o hayrın yok edilmesidir. Şerde ise, her hangi bir ilim, irade ve kudrete sahip olmak gerekmediği için, çok şartları ihzar manası da olmaz. Yalnız, bir vazifeyi terk etmek ve bir şartı sabote etmek, külli zararları yapmak için yeterlidir.
Namazı terk etmek ve kılmamak ise bir şerdir, eylemsizliktir. Bunun için, şartların bir araya gelmesine gerek yoktur. İlim, irade, kudret gibi sıfatlara ihtiyaç duymaz, vazifeye niyet etmemek ve o fiili yapmamak yeterlidir. insan şer ve tahrip noktasından dağ, yer, göklerden geçer, onların çekindiği ve izhar-ı acz ettikleri bir yükü kaldırır ve onlardan daha geniş, daha büyük bir daire alır.
İnsanların keşfetmiş olduğu tren, uçak, araba gibi şeylerin namazdan bir farkı yoktur. İnsan nasıl namaza benim diyemez ise, aynı şekilde teknolojik buluşlara da benim diyemez. İnsanın keşfetmiş olduğu uçak asla arının yaptığı bala yetişemez. Bütün insanlar birleşse ineğin sütünü icat edemezler vs...
İnsan ancak iman ve ibadet ile hayvanata efendi olabilir.

14 Mayıs 2012 Pazartesi

lâtifelerinin sultanı

Kalp olan efendi, padişah olan ALLAH'ı hatırladığı ve onun emirleri doğrultusunda hareket ettiği sürece, bir sıkıntı ve huzursuzluk olmaz.
insana sevgi hissi verilmiştir. İnsan ruhu, sevecek şekilde terbiye edilmiştir. Ancak, bu sevginin meşru yahut gayri meşru sahalarda kullanılması insana bırakılmıştır.
İnsan kalbi muhabbetini meşru olmayan yerlerde kullandığı zaman, ızdırap ve acıdan başka bir şey göremez.
Bu ızdırap ve acıların başında, sevdiği şeyden karşılık görmeme,
(beni begeneni ben begenmem benim begendigimse beni begenmez)
karşılık görse bile fani olduğu için elinden çabuk çıkması gibi durumlar o muhabbete, lezzetten çok, elem ve azap katıyor.
Zira bu kalbi ALLAH bize, kendi zat ve sıfatlarını sevmemiz için vermiştir. Ama biz suistimal edip masivaya sarf ettik. Ceza olarak da sevdiğimiz şeyler, sevgimize karşılık vermedi. Ya da fanilik yüzü ile bize ayrılık ve gurbet acısını çektirdi.
"Sen kendi mahiyetine bak ki: Senin lâtifelerin içinde öyle bir lâtife var ki, ebedden ve EBEDİ ZATtan başkasına razı olamaz.
Ondan başkasına teveccüh edemiyor. Mâsivâsına tenezzül etmez.
Bütün dünyayı ona versen, o fıtrî ihtiyacı tatmin edemez. O şey ise, senin duygularının ve lâtifelerinin sultanıdır.
FATIR-I HAKİMin emrine mutî olan o SULTANına itaat et, kurtul."