31 Ekim 2012 Çarşamba

senin mükemmeliğ​in beni kurtarır RABBİM

Ey yüce RABBim! Ben senin âciz, biçare kulunum. Sana layık, sana yakışır bereketli, feyizli kelimelerle dua edip yalvarmay bilemiyorum.

ALLAH'ım! Sen benim RABBimsin; Ben ise senin kulunum (Sen benim sahibimsin; ben ise senin kölenim)
Sen HALİK'sin (yaratansin) ben ise mahlukum (yaratılanım)

Sen REZZAKsın (rızk verensin); ben ise merzukum (rızık verilenim)
Sen MALİKsin (mülkün sahibisin); ben ise memlüküm (sahiblenilenim. Benim sahibim sensin)

Sen AZİZ'sin (çok güçlüsün); ben ise fakirim (yoksul ve muhtacım)
Sen GANİsin (çok zenginsin); ben ise fakirim (yoksul ve muhtacım)

Sen HAYY'sın (hayat-ı ebedi ile hayy'sın, dirisin); ben ise meyyitim (ölümlüyüm, ölüyüm)
Sen BAKİ'sin (ölümsüzsün) ben ise faniyim (ölümlüyüm, geçiciyim)

Sen KERİM'sin (kerem sahibisin); ben ise leimim (değersizim)
Sen MUHSİN'sin (iyilik eden, ihsan edensin); ben ise kötüyüm (kötülük eden, isyan edenim)

Sen GAFUR'sun (günahları silen, bağışlayan, affedensin); ben ise günahkarım (günah işleyenim)
Sen AZİM'sin (ululuk ve azamet sahibisin, büyüksün-yücesin); ben ise hakirim (küçük ve değersizim)

Sen KAVİ'sin (güçlüsün-kuvvetlisin); ben ise zayıfım (çok güçsüz ve acizim)
Sen MU'Tİ'sin (verensin); ben ise sailim (isteyen ve dilenenim)

Sen EMİN'sin (emniyetlisin, emniyet verensin); ben ise haifim (korkudayım, korkuluyum, emniyetsizim)
Sen CEVVAD'sın (çok cömertsin, bol bol verensin); ben ise miskinim (çok muhtacım yoksulum)

Sen MUCİB'sin (duaları kabul eden, gereğini yapansın); ben ise dua edenim (dua ederek isteyenim)
Sen ŞAFİ'sin (şifa veren sensin); ben ise merizim (hastayım).

ALLAH'ım, gerçek budur! Bizim günahlarımı affedip mağfiret et ,sil, bağışla. Bizi azarlayıp cezalandırma. maddi manevi, pskolojik,zihinsel hastalıklarımıza şifa ver;Şifa veren ancak sensin. Ya ALLAH'HU ya KAFİ; ya RABBi ya VAFİ; ya RAHİMÜ ya ŞAFİ; ya KERİM ya MUAFİ!
ALLAH'ım, benim butun gunahlarimi bağışla. yavrumuzu,Anne, baba, bütün aile ve mümin ,müslüman kardeşlerimizi; iki cihanda saadet selamet afiyet ver, bütün dertlerimize devalar ver,dünyada ahirette isteklerimi kabul eyle ,korktuklarımdan koru muhafaza eyle
afiyetler ihsan eyle! Bizi ebedi olarak rızkına ve hosnutluğuna eren kullarından eyle!
Ey merhamet edenlerin en merhamedlisi olan ALLAH'ım, bize rahmetinle muamele eyle!
sahib cık koruman altına al
Amin...

kısa ve uzun el

“Ey abdim, ihtiyarınla hangi yolu istersen, seni o yolda götürürüm.
Öyle ise mes’uliyet sana aittir.”

Teşbihte hata olmasın, sen bir iktidarsız çocuğu omuzuna alsan, onu muhayyer bırakıp “Nereyi istersen seni oraya götüreceğim” desen; o çocuk yüksek bir dağı istedi, götürdün. Çocuk üşüdü yahut düştü. Elbette “Sen istedin” diyerek itab edip, üstünde bir tokat vuracaksın.
İşte, CENAB-I HAK, Ahkemü’l-Hâkimîn, nihayet zaafta olan abdin iradesini bir şart-ı âdi yapıp, irade-i külliyesi ona nazar eder.

Elhasıl; Ey insan!
Senin elinde gayet zayıf, fakat günahda ve yıkıp yok etmelerde bozulmalarda eli gayet uzun ve iyilikler, sevaplarda eli gayet kısa, Dilediği gibi hareket edebilme namında bir iraden (dileme, seçim yapma gücün) var.
O iradenin bir eline duayı ver ki, manevi zincir bir meyvesi olan Cennete eli yetişsin ve bir çiçeği olan saadet-i ebediyeye eli uzansın.
Diğer eline istiğfarı ver ki, onun eli seyyiâttan kısalsın ve o lânet edilmiş ağaçın bir meyvesi olan zakkum-u Cehenneme yetişmesin.

Demek, dua ve tevekkül iyiliğe eğilim büyük bir kuvvet verdiği gibi,
istiğfar ve tevbe dahi kötülüğe eğilim keser, haddi aşmalarını kırar.

30 Ekim 2012 Salı

Biri nankörlük,diğeri şımarıklık

Ne kendimizi yok sayabiliriz, ne de kendimizi olduğumuzdan fazla büyütebiliriz!
Ne ALLAH’ın verdiği gücü inkâr edebiliriz—çünkü bu nankörlük sayılır,—ne de ALLAH’ın verdiği gücü kendimizden bilebiliriz! Ne mütevazi oluyorum diye, bir miskin rolünü takınmaya ve ALLAH’ın bize hiçbir şey vermediğini iddiâ etmeye hakkımız vardır; ne de İlâhî nimeti şükrederek anlatma yapıyorum diye, varlıklı olmakla büyüklük taslamaya, güçlü olmakla kibirlenmeye, ALLAH’ın verdiği hediyeleri sahiplenmeye yetkimiz vardır!

Bazen tevazûun nankörlükle, bazen de İlâhî nimeti şükrederek anlatmanın, yani ALLAH’ın verdiği nimetleri kabul etme, doğrulama ve itiraf etmenin kibirlenmekle karıştırılır ve
ikisi de zarar verir
ne ALLAH’ın ikramlarını “alçakgönüllülük” adına yok saymaya, ne de bunları “İlâhî nimeti şükrederek anlatma” adına sahiplenmeye ve bunlarla kibirlenmeye hakkımız yok.
ALLAH’ın verdiği meziyet ve kemâlâtı ikrâr ederiz, bunu söyleriz, bunu yaşarız, bunu kendi çapımızda güven konusu yaparız.
Aksi takdirde bunları yok saymak küfran-ı nimet ve nankörlük olur.
Bunları sahiplenmek, bunları bir ALLAH vergisi olmaktan çıkarmak ise, şüphesiz büyüklenmek ve şımarmak olur. Yani ALLAH’ın verdiği şeyleri yok saymamız doğru olmadığı gibi, kibir malzemesi yapmamız da doğru değildir!
Birincisi nankörlük, diğeri şımarıklıktır.

“Meselâ, nasıl ki süslenmiş, süslü ve zinetli, bir değerli elbiseyi biri sana giydirse ve onunla çok güzelleşsen, halk sana dese, ‘MaşaALLAH, çok güzelsin, çok güzelleştin’ Eğer sen tevazukârâne desen, ‘Hâşâ, ben neyim? Hiç! Bu nedir, nerede güzellik?’ O vakit nimete karşı nankörlük olur ve elbiseyi sana giydiren mahir san’atkâra karşı hürmetsizlik olur. Eğer iftihar ederek, gururlanarak desen, ‘Evet, ben çok güzelim. Benim gibi güzel nerede var? Benim gibi birini gösteriniz!’
O vakit, gururlu bir şekilde bir övünmedir.
İşte, övünmeden, küfrandan kurtulmak için demeli ki:
‘Evet, ben güzelleştim.
Fakat güzellik libasındır ve dolayısıyla libası bana giydirenindir;
benim değildir'
death kaname Kaname

29 Ekim 2012 Pazartesi

yaptıgın banaysa sonra çekecegin sana

“Hevesine tebaiyyet(uyma)edip her nevi zulmü işleyenlere ahalinin çok ilişmemesi,..”
Zulüm, başkasının mülkünde onun rızası olmaksızın tasarruf etmektir. Mülk ALLAH’ındır.
Hayra rızası var, şerre yoktur.
O halde, haram dairesinde yapılan bütün işler “zulüm” kavramı içine girer. Şu var ki, insan bu dünyada işlediği zulümlerin cezasını ahirette çekeceği için yaptığı bütün gayrimeşru işlerde kendi aleyhine çalışmış, kendi nefsine zulmetmiş olur.
“En kıymettar aletleri en kıymetsiz yerlere sarfedip nefsine zulmettin.”

Ahalinin(yaratılan mahlukat) o zalimlere ilişmemesi,
ALLAH’ın birer memuru, birer askeri olarak O’ndan gelen emirleri harfiyen yerine getiren bu mahlukatın, zalim insanlara ilişmemeleri, emir altında hareket etmelerinden ileri gelmektedir.
Yani, dünyada ahiret namına bir imtihan geçiren insana, cüzi irade verilmesi ve işlerine müdahale edilmemesi, bu imtihanın bir gereği olduğu için mahlukat o zalimlere ilişmemekte, işlerine müdahale etmemektedir.
Yoksa,
Nuh tufanında arza ve semaya verilen emirler gibi her varlığa da emir verilmiş olsa idi, bu dünyada hiç kimse haram işler işleyemez, zulme giremezdi.
O takdirde, insan kendi iradesini şerre sarf etmekten men edilmiş olacak ve bu dünya imtihanında ister istemez sadece hayır işleyecekti.

Pire kiminse kainat da O'nundur

Kainat bir saray, dünya bir tiyatro salonu, dünya içindeki bahar mevsimi İlahi sanatların sergilendiği ve perdelendiği bir perde ve her bir bitki ve hayvan türleri bu perdeler içindeki küçük menzil( konak merkezi)lerdir.
Evet, pirenin midesindeki
o muazzam intizam, güneş sisteminin o azametli intizamından geri kalmaz.
ALLAH, pireyi kainat kıymetinde ve sanatında icat etmiş. Pire kiminse kainat da O'nundur.
Zira kainatın o azim çarkları, pirenin hayatına hizmet ediyor. Güneş pirenin yaşaması için, her gün intizamlı bir şekilde doğup batıyor.
İşte bahar mevsimindeki milyonlarca bitki ve hayvan türleri, ALLAH’ın isim ve sıfatlarını bize talim ettiren birer perde, birer menzildirler.

doğrularla beraber olun

"Ey iman edenler! ALLAH’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun." Tevbe 119
Hz. Bilal (r.a) ümmeye bin halefin kölesi idi. Hz. Ebubekir (r.a) hz. Bilal (r.a) kölelıkten azat olması için ümmeye bin halef’e gelerek ne istediğini sordu ümmeye bin halef 100 dirhem istedi. Hz. Ebubekir r.a kabul edince caydı fiyatı 200 dirhem çıkardı.
Tamam der Hz. Ebubekır r.a hz. Bilal’ı özgürlüğüne kavuşturmuştur. İki dost beraber giderlerken; umeye bin halef arkalarından kahkaha atar;
- Ey Ebubekir 2 dirhem etmiyen bir adamı 200 dirheme satım.
Ebubekir r.a
- Sen 1000 dirhem isteseydin yine verecektim; der
En güzel insan kişinin dini ve dünyası için fayda verendir.
“Bir gün, Hz. PEYGAMBER (a.s) ile birlikte otururken, mübarek gözlerinden yaş aktığını gördük. Bunu gören Hz. Ömer (ra):
— Ey ALLAH'ın RESULÜ! a.s Bir şeye mi kederlendin? Diye sordu.
Hz. PEYGAMBER a.s şöyle cevap verdi:
— Mahşer gününde iki adam gözlerimin önünde belirdi. Bunlardan biri ötekisinin yakasına yapışıp onu ALLAHu Zülcelal’e şikayet etti ve şöyle dedi:
— ALLAH'ım benim hakkımı bu kardeşimden al.
ALLAH c.c ötekine:
— Kardeşinin hakkını ver, dedi.
Adam:
— ALLAH'ım! Bildiğin gibi, sevabım kalmadı. Ben ona ne vereyim? Dedi.
ALLAH c.c şikayetçi olana:
— Bak işte, kardeşinin sevabı kalmamıştır. Sana ne versin? Dedi.
Adam:
— ALLAH'ım sevabı kalmamışsa, benim günahlarımı alsın, dedi.
Hz. Peygamber (a.s) bunları anlattıktan sonra şunu söyledi:
— O gün öyle bir gündür ki, kişi kurtulmak için kardeşini feda etmekten çekinmez.” (Hâkim, İbn Ebi'd-Dünya)
"O gün ALLAH’a karşı gelmekten sakınanlar dışında, dostlar birbirine düşman olurlar.’’ (Zuhruf 67)
" Artık bizim için ne bir şefaatçi var,’’ "Ne de candan, yakın bir dost." (Şuara 100-1)
Ahirette kimlerle haşr olunmak istiyorsan bu dünyada onlarla beraber yaşa.
Seçilen, sevilen insanlar ALLAH (c.c) ve RESULULLAH (a.s) istediği biri değilse
“Keşke falancayı dost (arkadaş) edinmeseydim” (Furkan suresi: 28) Ayetinin muhatabı olur.
"O gün ALLAH’a karşı gelmekten sakınanlar dışında, dostlar birbirine düşman olurlar.’’
(Zuhruf 67)
RESÜL-İ EKREM Efendimizin hizmetkarı Enes Ibni Malik radıyalahu anlatıyor:
Birgün PEYGAMBER EFENDİMİZle Mescid-i Nebevi
den çıkmış gidiyorduk..
Adamın biri Mescidin önündeki gölgeliğin yanında:


-Ya RESULULLAH! dedi..
Kıyamet ne zaman kopacak?


ALLAH'ın sevgili elçisi ona bir soruyla karşılık verdi
:

- Kıyamet için ne hazırladın,bakalım?

Adam başını öne eğip düşündü:


-Ey ALLAH'in Elcisi!" dedi..
Benim farz ibadetler dışında öyle fazla Orucum,Namazım,verilmiş Sadakam yok.
Fakat ben ALLAH'ı ve RESULÜNÜ cok Seviyorum!...(bende)

RESÜL-İ EKREM Efendimiz de ona:


- Sen Sevdiklerinle beraber olacaksın!
buyurdu.

Enes bu olayı anlattıktan sonra şunları ekledi
:

-O gün RESÜL-İ EKREM'in " Sen sevdiğinle beraber olacaksın" buyurmasına sevindiğimiz kadar hiçbir şeye sevinmedik!
Ben de hem Peygamber Efendimizi,hem Hz. Ebu Bekir'i,hem Hz. Ömer'i Seviyorum....
Onların yaptığı güzel işleri yapamasam bile kendilerini sevdiğim için onlarla beraber olmayı ALLAH'ım dan umuyor ve niyaz ediyorum...

28 Ekim 2012 Pazar

ne oldum değil ne olacam...

İnsanı su-i zanna sevk eden en önemli sebep,cahillik ve kendi mizacının bozukluğu yahut kendi hayat düzeninin çarpıklığıdır. Daima karşısındakileri aldatan bir insan, herkesin sözlerini şüphe ile karşılar ve her işin altında bir hile, bir oyun arar,eleştirir,yargılar,gaddar hüküm verir
karşı tarafa söyledigi söz, yorum,hüküm aslında kendine aittir

Ebu Cehil(cehaletin babası) birgün PEYGAMBER EFENDİMİZe(s.a.v.) dedi ki:-'Haşimoğulları sülalesinde senden daha çirkin suratlı biri gelmemişdir!' PEYGAMBER EFENDİMİZ (s.a.v.) buyurdu ki:-Haddini aştın ama yinede doğru söyledin.
biraz sonra Hz. Ebu Bekir (R.A.)PEYGAMBER EFENDİMİZ(s.a.v.) yanına gelince-Ey güneş yüzlü RESUL!senden daha güzel, daha parlak bir yüz görmedim.(bende) dedi PEYGAMBER EFENDİMİZ (s.a.v) bunun üzerine-Ey aziz dost,ey dünya kaydından kurtulan,doğru söyledin.dedi
orada bulunanlar-Ey yüce PEYGAMBER(SAV) !bu ikiside birbirine zıt şeyler söylediler sen her ikisinede 'doğru söyledin' buyurdun bunun sebebi nedir diye sordular..
Hz. PEYGAMBER EFENDİMİZ (s.a.v.)-ben ALLAH'ın cilaladığı bir ayna gibiyim bana bakan kendini görür. buyurdu.
ve aslında
insan karşılaştıgı olaylarda verdigi karalarla yargıladıgı insanlarla kendisine hüküm vermiş oluyor
çünkü YÜCE ALLAH öyle muhteşem senaryolar çiziyorki yaşantımızda
yaptıklarımız işlediklerimize hüküm vermeden önce başka insanlara biz nasıl davranıyorsak
O da öyle hüküm veriyor
hükmümüz yumuşak yapıcı ise ALLAH da öyle davranıyor
zalim katı gaddar karar veriyorsak ALLAH da öyle hüküm veriyor
merhamet etmeyene merhamet edilmez asla unutmamalı
söylenen söze,verilen hükme, dikkat etmeli
birisinin sorunu ,problemi,hatası,yanlışı ,günahı vs..
karşılaşırsak
tüh ,yazık,vah vah,banane, hak etmişti o,beter olsun,cehenneme gitsin,boşansın,ayrılsın,çeksin,sert karar vs... yerine
bi dinleyip baklalım ,bi düşünüp tartalım
kendimize nasıl davranılmasını istiyorsak öyle davranalım,söz söyleyelim,hüküm verelim
muhakkakki ALLAH başımıza gelmezden evvel çıkartıyor ki bu durumları bakalım nasıl davranacagız
her daim güzel ahlaklı olmaya gayret etmek
yani sünneti seniyeye uymak
kendi yararımıza
kimse kendisinin sonu için garanti veremez
ne oldum değil ne olacam...

23 Ekim 2012 Salı

işte beklediğim gün:)arefe günüüüüüü

Rahmet kapıları dört gece açılır.
O gecelerde yapılan dua reddolmaz.
Ramazan ve Kurban bayramının birinci gecesi, Berat ve Arefe gecesi.) [İsfehani]
BİR AREFE GÜNÜ MÜJDESİ
RESUL-i KİBRİYA EFENDİMİZ (Aleyhissalâtü Vesselâm),
Arefe Günü akşamı Arafat’ta ümmeti için mağfiret duâsında bulundu.
O’na şöyle denildi:
“Zâlim müstesnâ onları bağışladım. Çünkü ben mazlûmun hakkını zalimden alırım!”
PEYGAMBER EFENDİMİZ (asm):“Ey RABB’im!
Eğer dilersen mazlûma hakkını Cennetten verir ve zalimi bağışlarsın.”
diye duâya devam etti. Fakat o akşam bu duâsına cevap verilmedi.
Sonra RESUL-İ EKREM (asm) Müzdelife’de sabahladı;
bu duâyı tekrar tekrar yaptı ve duâsı kabul olundu.
Sonra RESULULLAH EFENDİMİZ (asm) sevincinden tebessüm buyurdu
Arefe ne güzel gündür. O gün rahmet kapıları açılır
Arefe gününe hürmet edin! Arefe, ALLAH’ın kıymet verdiği bir gündür.
(Hürmet etmek, günah işlememekle olur)
ALLAHÜ TEALA, Arefe günü zerre kadar imanı olanı affeder.
Dört gecenin gündüzü de gecesi gibi faziletlidir.
ALLAHÜ TEALA, o günlerde dua edenin isteğini geri çevirmez, onları mağfiret eder ve onlar bu günlerde bol ihsana nail olurlar.
Bunlar: Kadir gecesi, Arefe gecesi, Berat gecesi, Cuma gecesi ve günleri.
Şeytan, Arefe gününden başka zaman daha zelil, rezil, hakir ve kinli görülmez
not:Bin defa İHLAS okumaya fırsat bulamayanlar için, paylaşarak yüzer defa da okunabilmekte ve açık bulunan rica kapısından ALLAH’ın dergâhına sığınmak mümkün olmaktadır
bu yazıyı okuyanlar paylaşalım en az 100 tane çekelim
bol bol dua etme duasıyla...

emanet

Çok zengin ve muktedir bir zat,
emrinde çalışan iki işçiye, servet idare etmenin meşakkatini, tasarrufunun büyüklüğünü, zenginliğin bir takım lezzetlerini, kendi haşmet ve ihtişamını anlatmak için
çok tesis ve fabrikalarından ikisinin idare ve gelirini, bir yıllığına emaneten onlara verir.
Şart olarak da fabrikanın mülkiyeti, içindeki makinelerin eksiksiz geri verilmesi, kendi namına işlettirilmesi ve kendi ahlaki prensiplerine göre idare edilmesi gibi şeyleri
o iki işçiye tembih eder.
İki işçiden birincisi, fabrikanın idaresini alır ve aynen O zatın direktifine göre hareket eder
ve onun çok vasıflarını kıyas yolu ile anlar.
Mesela der, “Ben şu küçük tesisi idare ediyorum, şu zat ise binlercesini idare ediyor. Ben, şu kadar insanla uğraşıyorum, O binlercesi ile alakadardır…” der.
kaname vampire knight zero vampire knight
O Zat’a olan sevgi ve saygısı artar ve her orada geçici ve emaneten bulunduğunu unutmaz.
Bu davranışı ile onun teveccühünü kazanır.
O Zat da, onu çok büyük bir mükafatla ödüllendirir.
Diğer işçi ise,
fabrikaya girer girmez, vaziyetini ve vazifesini unutur.
Hemen fabrikanın isim tabelasını indirir, kendi ismini takar.
İdarede O zatın ahlakına uymaz. Demirbaş olan makineleri keyfine göre satar.
Emanetçi ve geçici olduğunu hiç hatırlamaz.
Asıl fabrika sahibini inkar eder ve ona meydan okur.
Haddini aşarak temellük (Sâhib olmak,Kadir ve muktedir olmak)davasına sapar.
Ayna olduğunu inkar eder.
Mevhum olan, yani farazi olan hallerini gerçek telakki eder.
Bir cihetle gasp ve hırsızlık yapar.
Ve asıl fabrika sahibi olan O zat da ona layık bir ceza ile onu cezalandırır.

İşte bu misalde olduğu gibi, insanın vücudu bir fabrikanın azaları gibidir.
O zat ise, CENAB-I HAKK'tır.
O iki işçi ise,
biri mümin ve haddini bilen, temellük(kendine mal etme) davasına sapmayan, benlik ve hislerini ALLAH’ın isim ve sıfatlarını anlamakta kullananları temsil eder. Diğeri ise temellük davasına sapan, haddini aşan, kendine ait olmayan şeyleri kendine mal eden, firavun meşrep kafirleri temsil eder.
O Zat’ın tembihleri ise İslam ve şeriattır ve hakeza.
Mesela akıl ALLAH’ın insana güzel bir nimeti ve hediyesi iken, insan bu nimet ve hediyeyi ve onunla izhar edilen harika halleri kendinden biliyor. Güzel bir eser ya da kitap yazıp ve halk da ona teveccüh edince, o eser ve kitaptaki ALLAH’ın yüzde doksan dokuz hissesini haksız yere kendi benliğine alıyor ve kendine perestij edecek kadar muhabbet ediyor.
Madem bu eser benim deyip, diğer sebeplerden hasıl olan eserleri de o eserlerin sebeplerine mal ettirip, sebepleri de İlahlaştırıyor.
Söz gelimi, madem bu kitap ve eser benim aklımın eseridir, o zaman bal arının, süt ineğin, yumurta tavuğundur diyerek, kainatta ALLAH’a hiçbir hisse bırakmıyor. En sonunda tabiat bataklığına saplanıyor.
Her neticeyi bir sebebe dayandırıp, tevhidi inkar ediyor.
Kendince ALLAH’ın mülkünü gasp edip hırsızlık yapıyor.
Evet, ALLAH’ın yasakladıklarını yapmak, emrettiği şeyleri yapmamak gasp ve hırsızlıktır.
Onun emanetine bir hıyanettir.

22 Ekim 2012 Pazartesi

bi dua...

ALLAHım, kalbimizi iman ve Kur’ân nuruyla nurlandır.
ALLAHım, kendimizi daima Sana muhtaç olduğumuzu hissetmekle bizi zengin eyle; Senin rahmetine ihtiyaç duymamakla bizi fakir düşürme. Biz kendi güç ve kuvvetimizden vazgeçip Senin güç ve ve kuvvetine sığındık. Sen de bizi, Sana tevekkül edenlerden eyle. Bizi nefsimize terk etme. Bizi hıfzınla koru. Bize, erkek ve kadın bütün mü’minlere rahmet et.
Kulun, peygamberin, yüce katından seçtiğin, dostun, mülkünün güzelliği, sanatının sultanı, inâyetinin pınarı, hidâyetinin güneşi, hüccetinin lisanı, rahmetinin timsali, yaratıklarının nuru, mevcudatının şerefi, pek çok olan mahlukatının içinde birliğinin kandili, kâinatının tılsımının keşfedicisi, rubûbiyet saltanatının ilâncısı, râzı olduğun şeylerin tebliğcisi, isimlerinin definelerinin tanıtıcısı, kullarının öğreticisi, kâinatının delillerinin tercümanı, rububiyetine ait güzelliklerin aynası, Senin görünüp gösterilmene vesile olan habibin ve âlemlere rahmet olarak gönderdiğin resulün olan
EFENDİMİZ MUHAMMEDİM(SAV)’e,
bütün âl ve ashâbına, kardeşleri olan nebî ve resullere, mukarreb meleklerine ve sâlih kullarına salât ve selâm eyle. Âmin.

tehir etmesi ihmal etmesi anlamına gelmiyor

"Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına erişecek olursa, onlara sakın 'Öf' bile deme, onları azarlama; onlara güzel söz söyle. Onlara merhamet ve tevazu kanadını ger ve de ki: 'Ey RABBİM, nasıl onlar beni küçükken besleyip büyüttülerse, Sen de onlara öylece merhamet buyur.' Sizin içinizde olanı RABBiniz hakkıyla bilir. Eğer siz salih kimseler olursanız, muhakkak ki O, kendisine yönelenler için çok bağışlayıcıdır." (İsrâ Sûresi, 17:23-25.)
işte, ey insan, aklını başına al. Eğer sen ölmezsen, ihtiyar olacaksın, sen valideynine hürmet etmezsen, senin evlâdın dahi sana hizmet etmeyecektir
Yani ekseri olarak anne ve babasına hürmet etmeyenler, cezasını peşinen kendi evlatlarından ya da başka bir musibetten bu dünyada görürler demektir. Yoksa her asi evlat mutlaka bu dünyada ceza görecek demek değildir. ALLAH onun cezasını mahşere de tehir edebilir; tehir etmesi ihmal etmesi anlamına gelmiyor.
Hatta bu dünyada ceza görenler daha şanslılar ki, ahiretin o dehşetli azap ve acısından bir parça kendilerini kurtarıyorlar. Şayet birisi bu dünyada ana ve babasına çektirip, ceza görmeden veya tövbe etmeden gidiyor ise, "onun vay haline" demek gerekir. Zira büyük suçlar büyük mahkemelerde görülür, mülahazasınca, onun işi zor demektir.

ALLAH tan başkası yar olmaz

insanın yaratılış gayesi;
bütün varlığın yegane hakimi ve maliki olan ALLAH'ı tanımaktır.
Bunun için de insana daha fazla acz ve zaaf verilmiştir. İnsan bu acz ve zaaf sebebiyle ALLAH'ın kudretini ve rahmetini daha aşikar ve açık bir şekilde görmektedir. Bunu farkeden insan elbette daha içten ve inanarak "BİSMİLLAH" diyecektir.
Yani;
"Ey yüce kudret sahibi olan ALLAH'ım, benim gücüm ve iktidarım hiç bir şeye yetmiyor, ama sonsuz denecek kadar da mutacım. Bu ihtiyaçlarımı ancak ve ancak sen giderebilirsin."

bizler neyimizle bu mükemmel nimetlere müstehak olmuşuz

nefsin(yani taa kendümüüz) esasında zerre kadar hayır bulunmamaktadır.
nefisten peygamberler bile ALLAH'a sığınmışlardır.
Hz. Yunus'un (a.s.)
"Nefis şüphesiz ki kötülük yapmak ister. Bundan senin rahmetine sığınıyoruz."
Veya yaradılış itibariyle çok basit bir şeyden halk edilmişiz. Bu iki husus noktasından düşünecek olursak, bizler gerek hayat, gerek insanlık, gerekse de Müslümanlık ve diğer nimetlere layık olacak durumda değiliz.

Bize verilen tüm nimetler onun ikramıdır.
Bizler kesbimizle çalışma ve gayretimizle bu nimetleri elde etmiş de değiliz.
Ve müstehakta değiliz.
Müstehak, kelime itibariyle bir şeye hak kazanmak olduğuna göre, bizler neyimizle bu mükemmel nimetlere müstehak olmuşuz ki;
Aklımızla mı? Fikrimizle mi? Veya kabiliyetimizle mi?-hayır hiç birisyle değil-

Ki, bunların hepsi yine CENAB-I HAKK'ın bize ikramı. Çünkü ayette ifade edilen,
"bize hayır isabet edince ALLAH'tan, bize zarar ve kötülükler de gelince nefsimizden"
bilmeliyiz. Sadece bize verilen cüzi ihtiyarimizi kullanmaktır.
Yoksa geride kalan her şey CENAB-I HAKK'ın yaratmasıyla ve ikramıyladır.
Şöyle bir bohça ve çantamıza bir baksak: Acaba orada acizlik, fakirlik, nakıslık ve kusurdan başka bir şey görebilecek miyiz?

Dev gibi bir acizlik, cüzi kibir perdesi ile örtülemez

İnsan nihayetsiz acizlik ve fakirlik ile donatılmışken,
kibirlenmesi,
zıtların birbirini daha parlak göstermesi
yani; nasıl beyaz yazı en net şekilde siyah tahta da görünür
ya da yemek lekesi aşikar olarak beyaz ve açık renkli elbiselerde dikkat çeker;
aynı şekilde acizlik ve fakirlik ile sarmalanmış bir insanın kuvvetliymiş gibi sahte bir kibir ve gurur vaziyeti alması, onun ne kadar aciz ve zayıf olduğunu biraz daha parlattırır demektir.
İnsan kendi cüzi ve emanet olan kudretçiğine güvenip ALLAH’ın sonsuz kudret limanına acizlik ve fakirlik parolası ile iltica etmez ise,
dünyanın dağdağalı ve fırtınalı hayatında boğulur ve perişan olur.
Böylece insanlar arasında zayıf ve zavallı, ALLAH katında ise hain ve alçak olarak addedilir.
Öyle ise insan acizlik ve fakirlik halini kibir ve gurur vasıtası ile örtmeye değil,
itiraf ve dua vasıtası ile ilticaya sevk etmelidir.
Dev gibi bir acizlik, cüzi kibir perdesi ile örtülemez.
Örtmeye yeltenmek komiklik ve zavallılıktır.
Yapmacık ve suni davranışlar, zaten kişinin riyakar ve zelil olduğunu çok çabuk gösterir, dikkat bile istemez.
Bu yüzdendir ki, halk arasında riyakar ve zelil insanlar pek sevilmezler, mert ve özü sözü bir olanlar daha ziyade sevilirler.

Bütün sermayesi bulunduğu an

Hayvanlarda akıl ve şuur olmadığından lezzet ve elemin mazi ve istikbal cephesi yoktur.
Bütün sermayesi bulunduğu andır.
İnsanda akıl ve şuur gibi araçlardan dolayı bu az anı şimdiki zaman mefhumu bir parça genişliyor ve mazi ve istikbal cephelerine yayılıyor. Halbuki hayvanlarda bu yayılma ve genişleme yoktur.
Bu yüzden hayvanın lezzeti de acısı da çok ani ve defi oluyor.
“Hattâ kesilmek için yatırılan bir hayvan, birşey hissetmez.
Yalnız bıçak kestiği vakit hissetmek ister; fakat, o his dahi gider, o elemden de kurtulur.”

zaten senin... mülkün sana kurban olsun RABBİM

“Kurbanlarınızın etleri ya da kanları ALLAH’a ulaşmaz;
ama sizin takvanız ALLAH’a ulaşır.” (22/37)
Buna göre, kurban kesmenin asıl amacının ALLAH’ın emrini yerine getirmek, böylece takvalı olduğunu göstermek olduğu anlaşılır.
Bir bakıma da kurban malperestlik duygusunu kırmak, ALLAH’ın rızası karşısında her şeyimizden geçebileceğimizi göstermek anlamına gelir.
Kurban ibadetinin asıl amacı ALLAH’ın rızasını kazanmak ve O’na yakınlaşmayı arzu etmektir. Kurban kesen, bu ibadetiyle ALLAH’a yaklaşmış ve O’nun hoşnutluğunu kazanmış olur.
Kurban, bir Müslüman’ın bütün varlığını gerektiğinde ALLAH yolunda feda etmeye hazır olduğunun sembolik bir ifadesidir.

güzel bi yorum

ALLAH'ımız bizi yoktan var etti.
Taş olabilirdik, ağaç veya hayvan olabilirdik. Hattâ bir canavar da olabilirdik.
Fakat insan olarak yaratıldık.
Bu nimetler ilk anda aklımıza gelmeyebiliyor.
Daha bunlar gibi düşünemediğimiz o kadar nimetler var ki, saymakla bitmez. Bize bir kalem hediye edene teşekkür ediyoruz, bir kitap verene minnet duyuyoruz.
Çünkü bunu insanlığın ve nezaketin gereği olarak yapıyoruz. Ya bize bu kadar nimetleri verene teşekkür etmek, minnet duymak gerekmez mi?
İşte namaz en büyük şükür, en açık teşekkürdür. Namaza bütün vücudumuzla katılıyoruz: Elimiz, ayağımız, gözümüz, dilimiz, başımız; aklımız, kalbimiz, hayalimiz bütün duygularımızla... Böylece bütün bu organ ve duygularımızla ALLAH'ımıza şükrümüzü iletmiş oluyoruz.
Namaz kılmayan insan böyle bir teşekkürü bile yapmıyor. Milyarlar verse elde edemeyeceği nimetlere sahip olmanın değerini fark edemiyor. ALLAH göstermesin, gözümüzün birisini kaybet sek, dünyanın parasını harcasak yerine aynısını koyabilir miyiz?
Bir kaza sonunda dilimizi kaybetsek,
fakat bütün dünyanın yarısını versek bir dil bulabilir miyiz?
İnsan olarak her şeye sahip olmak istiyoruz.
Dünyada ne varsa bizde de aynısının bulunmasını arzu ediyoruz. İhtiyaçlarımız o kadar çok ki... Sadece bu dünya ile de yetinmiyoruz. Sonsuz bir hayat istiyoruz, Cenneti istiyoruz, Peygamberimizle(sav) birlikte olmayı diliyoruz.
black and white horse Wallpaper
Bunları elde etmeye gücümüz yetmeyeceğine göre kimden isteyeceğiz?
Her halde bu dünyayı, yıldızlan, gökleri ve âhireti var edenden isteyeceğiz. Onu istemenin de yolu ALLAH'ı kendimize sevdirmekle olur. Kendimize ALLAH'a sevdirmenin en iyi yolu da Onun huzurunda her gün beş defa eğilmek, secdeye varmakladır.
Böylece namaz kılmakla RABBimizin huzuruna çıkmış oluyoruz. İçimize sevinç doluyor, neşe doluyor ve mutluluk doluyor. Kendimizi uçacakmış gibi hissediyoruz; tatlı bir heyecan duyuyoruz.
Nasıl heyecan duymayız ki?
Bir müdürün, bir valinin, bir bakanın karşısına çıkınca kendimizde nasıl bir sevinç ve heyecan hissediyoruz. Oysa namazda müdürün de, valinin de, bakanın da; hattâ bütün kâinatın Yaratıcısının huzuruna çıkıyoruz. Böyle bir mutluluğu kaçırmak ister miyiz hiç?
Acıkınca yemek yiyoruz, susayınca su içiyoruz, uykumuz gelince uyuyoruz. Böylece o ihtiyaçları gideriyoruz. Ama insan sadece ağız ve mideden ibaret değil ki...
Aklımız var düşünüyoruz, kalbimiz var duygular taşıyoruz, ruhumuz var,
sonsuz bir hayatı istiyoruz.
Aklımızın, kalbimizin, ruhumuzun ihtiyaçlarını nelerle karşılayacağız; hangi gıda vererek bu latifelerimizi doyuracağız?
İşte aklımızın gıdası, kalbimizin ihtiyacı, ruhumuzun rahatı ancak el bağlayıp namaza durmakla temin edilmiş olur.Namaz kılmakla hem maddeten, hem de manen temizlenmiş oluyoruz. Abdest almakla maddi temizliği yapıyoruz; namaza durmakla da günah ve hatalarımızın kirlerinden arınıyoruz
PEYGAMBER EFENDİMİZ (a.s.m.) bir gün Sahabilere sordu:
"Ne dersiniz?Birinizin kapısı önünde bir ırmak bulunsa, o kimse o ırmakta günde beş defa yıkansa, vücudunda kirden iz kalır mı?"
Sahabiler cevap verdiler: "Hiçbir kir kalmaz, yâ RESULULLAH(SAV)."
O zaman PEYGAMBERİMİZ(SAV):İşte beş vakit namaz da buna benzer. ALLAH, namaz sayesinde günahları siler, temizler."
Namazdaki asıl temizlik manevî olanıdır. Ruhumuzun ve kalbimizin sık sık temizlenmesine ihtiyaç vardır. Çünkü el, ayak gibi organlarımız nasıl çeşitli sebeplerle kire, toza, toprağa bulanıyorsa, insanlık icabı işlediğimiz çeşitli günah ve kusurlar sebebiyle ruhumuz da manevî kirlere bulanmaktadır.
Ama insan ruhunu ve kalbini tutup suya sokamaz.
Onun da kendine göre bir yıkama usulü vardır.
Bunun yıkanması namazla olur.
Namaz kılmaya alışmamış olan kimseler, bu ezikliği hafifletecek sebepler ararlar.
Namaz kılanlarda gördüğü kusurları büyüterek onların da kendisi gibi kusurlu olduklarını, dolayısıyla aralarında pek büyük bir fark olmadığını düşünmeye başlarlar. Kendi kusurunu küçültür, namaz kılanın küçücük bir kusurunu büyütür, hatta "Kalbim temiz!" gibi bahanelerle kendisinin daha üstün durumda olduğunu dahi iddia etmeye başlar.Aslında insan olarak hiç kimse kusur ve günahlardan arınmış değildir. İbadetlerinde devamlı olan kimsenin bile kendisine göre bazı kusurları olacaktır. Ne var ki işledikleri kötülükler bakımından insanlar arasında bir karşılaştırma yapılsa, namaz kılanların bu konuda daha geride kaldığı görülür.
Evet, sigara içmeyenlerde akciğer kanseri görülür; ama içen kimselerin bu hastalığa yakalanma ihtimali daha fazladır.
Bunun gibi her gün beş defa RABBini hatırlayarak Onun huzuruna çıkan bir kimsenin kötülük yapma ihtimali ile RABBini ancak başı derde düştüğü zaman hatırlayan bir kimsenin kötülük işleme ihtimali arasında büyük bir fark olacaktır.
"Sana vahyedilen kitabı oku. Namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz çirkin işlerden ve kötülüklerden alıkoyar. ALLAH'ı zikretmek elbette en büyük ibadettir. Ne yaparsanız ALLAH hakkıyla bilendir."