"Herşey kaderle takdir edilmiştir. Kısmetine râzı ol ki, rahat edesin." sözünden ne anlamamız gerekir? Bir arkadaşım, "Her şerrin başı rahata meyildir." diyor. Bu ifade tembelliğe sevketmez mi insanı?
Kader, büyük ve küçük olmak üzere iki daireden oluşur. Büyük daire, insan iradesinin geçerli olmadığı ve tesirsiz kaldığı bir dairedir. Bu büyük dairede insanın iradesi değil, ALLAH’ın takdiri hükmeder. İnsan bu dairede mutlak cebir içindedir. Kişin hangi anne babadan doğacağı, cinsiyeti, rengi, siması buna dahildir.
Diğer küçük daire ise, insanın cüz'i iradesine bırakılmıştır. Bu daire iman veya küfür, günah veya sevap iyilik veya kötülük gibi şeylerin tercih edildiği bir dairedir. Bunların icadı ve yaratılması yine ALLAH’a aittir; lakin özgürce seçilmesini ALLAH sonsuz adaleti gereği olarak insana bırakmıştır. Yani insan iyiliği veya kötülüğü seçer, ALLAH’da bu seçileni yaratır. Öyle ise yaratan değil, seçen mesuldür.
"Her şey kaderle takdir edilmiştir, kısmetine razı ol ki rahat edesin." sözü, daha ziyade kaderin büyük dairesine bakıyor. Yani insanın seçim alanı olmayan büyük dairedeki takdirlerden insan mesul değildir. Bu alanda insan teslim ve tevekkül ile memurdur. İnsan ancak küçük dairedeki seçimlerden mesuldür. Bunun dışında insan iradesine temas eden yönleri de vardır.
Mesela, evlilikte insan iradesi ile kendine uygun iyi bir eşi arayabilir. Burada ALLAH insanı tamamen muztar bırakmamış, insana da bir seçim hakkı tanımıştır. Lakin taharri ederiz, ama meşiet-i İlahi başka birisini de takdir edebilir. Bu mutlak bir tercih değildir. Bu yüzden "Kadere iman edip teslim olan, kederden emin olur." denilmiştir.
Nasip meselesinde cüz'i irade sebepleri yerine getirmekle mükelleftir, neticeyi vermek ise takdir-i İlahinindir. Biz, "nasıl olsa takdir ALLAH’ın" deyip cüz'i irademizin sahası olan sebeplere müracaatı terk edersek, takdir kısmetimizi daraltmak ile bizi cezalandırabilir. Öyle ise biz sanki takdir iradeninmiş gibi sebeplere yapışacağız, lakin neticenin de ALLAH’tan olacağını bileceğiz. Bu hassas dengeyi muhafaza edemez isek, formül bozulur, nasip kavramı yanlış mecralara kayar.
Nasip ne cebriyecilerin iddia ettiği gibi bütünü ile kaderin tahakkümüdür ne de Mutezilenin iddia ettiği gibi iradenin yüzde yüz elindedir. Ehl-i Sünnetin ifade ettiği gibi nasip ve kısmet irade ve kaderin ortak bir uyumudur, hassas bir dengesidir. İrade ister, kader ise uygun görürse verir. İrade istemez ise kader onu cezalandırmak için vermeyebilir.
Öyle ise kısmetimizi aramamız gerekir.
Güneşin doğması ve batması nasıl belli bir kanun ve adet üzere sabit ise, aynı şekilde insanın doğması ve ölmesi de kaderin takdiri ile sabittir, değişmesi mümkün değildir. İnsan ne yaparsa yapsın kaderinde takdir edilmiş olan şeyleri bozup değiştiremez. Kaderde ne takdir edilmişse insan onu yaşar. Üstad Hazretleri bu hakikati şu şekilde tasvir ediyor:
“... İsterse başını taşa vursun ki, o yazıları silsin-fakat başı kırılır, yazılara bir şey olmaz ha!”(1)
Hal böyle iken, insan kaderin bu kati takdirine teslim ve tevekkül edip dünyanın yükünden ve endişelerinden sıyrılması ve tam bir huzur içinde mutlu bir yaşam sürmesi icap eder. Yok, aksini yaparsa, her hadise karşısında titrer ve korkar, hayat ona büyük bir yük ve sıkıntı olur. "Kadere iman eden kederden emin olur." kaidesi bu manaya güzel bir levhadır. Zamanı ve vakti tayin edilmiş ölümden, ancak imansızlar ve gafiller korkar.
lumiere571.blogspot.com
latahzeninnallahemeana.wordpress.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder