"Başka şeylerden korkup titreme." ifadesini, insanlar için nasıl anlamalıyız? Sonuçta insanın cüzi iradesi var ve insana gelen sıkıntı, diğer insanlardan geliyor genelde?
Mümin, her şeyin tedbir ve dizgininin ALLAH’ın kudret elinde bildiği için, hiçbir şeyden endişe ve telaş etmez.
Mümin bilir ki; ALLAH bir musibeti alnına yazmış ise bundan kurtuluş yok der teslim olur, aynı şekilde musibeti alnına yazmamış ise hiçbir güç o musibeti başına bela edemez, bu tevekkül ve düşüncesi mümini rahatlatır ve cesur kılar. İşte bu düşünce bir nevi psikolojik yükün, yani hadiseler karşısında endişe ve telaş etmenin tevekkül vasıtası ile kadere atılması demektir.
Ama kafir, ALLAH’a ve onun kainattaki tedbir ve iradesine inanmadığı için, her şeyi tesadüfe veriyor.
Ama kafir, ALLAH’a ve onun kainattaki tedbir ve iradesine inanmadığı için, her şeyi tesadüfe veriyor.
O zaman başına her an bir iş, bir musibet gelmesi muhtemeldir. Bu yüzden her şeyde bir endişe, bir telaş duyar. Her hadise karşısında korkar ve titrer. "Acaba bu musibet bana dokunur mu" der, hayatı zehir olur.
Nasıl kainatta her şey bir plan ve program dahilinde hareket ediyor ise, insanların hayatında ve toplumsal yaşantısında da aynı mana hükmediyor. İnsanların cüzi iradeleri sadece mesuliyet noktasında vardır. Yoksa içtimai hayatın tanzim ve tertibi insanın elinde değildir. Yani ALLAH bir kulunu muhafaza etmek istedi mi, kafirin zulmü ve baskısı beş para etmez. Ama ADETULLAH gereği harika bir şekilde değil de, sebepler tahtında bu cereyan ediyor. Bu muhafaza ya da cezanın sebepler tahtında olması insanları yanıltıyor sanki, zarar ve menfaat insanların elinde ve tasarrufunda imiş gibi algılanıyor.
Çok sıkıntı ve musibetlere girmemizin sebebi; ADETULLAH’ın bir gereğidir. Zira ALLAH, kainatta birtakım kurallar ve kaideler oluşturmuş, biz bunlara dikkat edip uymazsak, cezasını peşinen görürüz. Sonuçta bizi zalim ile cezalandıran yine ALLAH’tır.
Nasıl kainatta her şey bir plan ve program dahilinde hareket ediyor ise, insanların hayatında ve toplumsal yaşantısında da aynı mana hükmediyor. İnsanların cüzi iradeleri sadece mesuliyet noktasında vardır. Yoksa içtimai hayatın tanzim ve tertibi insanın elinde değildir. Yani ALLAH bir kulunu muhafaza etmek istedi mi, kafirin zulmü ve baskısı beş para etmez. Ama ADETULLAH gereği harika bir şekilde değil de, sebepler tahtında bu cereyan ediyor. Bu muhafaza ya da cezanın sebepler tahtında olması insanları yanıltıyor sanki, zarar ve menfaat insanların elinde ve tasarrufunda imiş gibi algılanıyor.
Çok sıkıntı ve musibetlere girmemizin sebebi; ADETULLAH’ın bir gereğidir. Zira ALLAH, kainatta birtakım kurallar ve kaideler oluşturmuş, biz bunlara dikkat edip uymazsak, cezasını peşinen görürüz. Sonuçta bizi zalim ile cezalandıran yine ALLAH’tır.
Öyle ise tevekkülün insana katkısını iyi anlamak gerekir. Tabi tevekkül ile tembellik karıştırılmamalıdır.
Özet olarak;
Özet olarak;
ALLAH’a iman ve tevekkül etmek, bir insanda ne kadar inkişaf ederse;
dünyanın sıkıntı ve elemlerinden de o kadar emin ve selametli olur.
Zira imanda tevekkül manası hükmediyor. Yani her şeyin tedbir ve dizgini ALLAH’ın elinde olduğuna göre, zarar ve menfaat de onun elindedir. ALLAH bir insana zararı takdir etti ise, buna kimse engel olamaz, yok menfaati takdir etti ise; buna da kimse mani olamaz. İşte bu inanç ve teslimiyet, insanı kainat ve içindekilerin karambolundan ve zararlı evhamından emin kılıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder