ALLAH insana, kendi Zat-ı Akdesini ve sıfatlarını sevecek cami ve keskin bir kalp vermiştir. İnsana verilen bu kalp, ancak ALLAH ile tatmin olabilir. Ya da insanın bu geniş ve keskin kalbî muhabbetini, ancak ALLAH sevgisi doyurabilir.
Hatta ALLAH , insanlar yanılıp, bu kalbi muhabbeti başka yerlere ve masivaya sarf etmesinler diye, bir takım dünyevi cezaları da içlerine koymuştur. İnsan bu kalbi muhabbetini meşru olmayan yerlerde kullandığı zaman, ızdırap ve acıdan başka bir şey göremez. Bu ızdırap ve acıların başında, sevdiği şeyden karşılık görmeme, karşılık görse bile fani olduğu için elinden çabuk çıkması gibi durumlar o muhabbete, lezzetten çok, elem ve azap katıyor.
İnsan bu şiddetli ve cami muhabbet kabiliyetini, ilk olarak kendi benliğine ve nefsine sarf ediyor. Sonra benliğine ve nefsine faydası dokunan şeylere sarf ediyor. Yani kendini seven, başkasını bizzat sevemez. Sevse de ancak nefsine ve benliğine yarar ve faydası nispetinde sever. Bu yüzden bencil ve nefisperest insanlar, kendinden başka ya da benliğine ve nefsine yakın duran şeylerden başka hiçbir şeyi sevmez ve sevemezler. Şayet benliğine ve nefsine karşı bir şey görse, onu düşman sınıfından sayar. Böyle bir adamın hakiki anlamda ALLAH ’ı sevmesi ancak benlik ve nefis sevdasından vazgeçip, muhabbet kabiliyetini sadece ALLAH ’a tahsis etmesi ile mümkündür.
İnsana verilen cami ve keskin kalp, iki muhabbeti bir anda beraber kabul etmez. Kalpte hangi muhabbet hakim ise, diğer muhabbetler mecazi olarak bulunur. Yani suni ve yapmacık olarak başka şeyleri seviyor gibi görünür.
Hatta ALLAH , insanlar yanılıp, bu kalbi muhabbeti başka yerlere ve masivaya sarf etmesinler diye, bir takım dünyevi cezaları da içlerine koymuştur. İnsan bu kalbi muhabbetini meşru olmayan yerlerde kullandığı zaman, ızdırap ve acıdan başka bir şey göremez. Bu ızdırap ve acıların başında, sevdiği şeyden karşılık görmeme, karşılık görse bile fani olduğu için elinden çabuk çıkması gibi durumlar o muhabbete, lezzetten çok, elem ve azap katıyor.
İnsan bu şiddetli ve cami muhabbet kabiliyetini, ilk olarak kendi benliğine ve nefsine sarf ediyor. Sonra benliğine ve nefsine faydası dokunan şeylere sarf ediyor. Yani kendini seven, başkasını bizzat sevemez. Sevse de ancak nefsine ve benliğine yarar ve faydası nispetinde sever. Bu yüzden bencil ve nefisperest insanlar, kendinden başka ya da benliğine ve nefsine yakın duran şeylerden başka hiçbir şeyi sevmez ve sevemezler. Şayet benliğine ve nefsine karşı bir şey görse, onu düşman sınıfından sayar. Böyle bir adamın hakiki anlamda ALLAH ’ı sevmesi ancak benlik ve nefis sevdasından vazgeçip, muhabbet kabiliyetini sadece ALLAH ’a tahsis etmesi ile mümkündür.
İnsana verilen cami ve keskin kalp, iki muhabbeti bir anda beraber kabul etmez. Kalpte hangi muhabbet hakim ise, diğer muhabbetler mecazi olarak bulunur. Yani suni ve yapmacık olarak başka şeyleri seviyor gibi görünür.
Bu da kalbin bir şirki ve marazıdır.
Kalpteki masiva sevgisi, kalbin bir nevi şirkidir. Zira bu kalbi ALLAH bize, kendi zat ve sıfatlarını sevmemiz için vermiştir. Ama biz suistimal edip masivaya sarf ettik. Ceza olarak da sevdiğimiz şeyler, sevgimize karşılık vermedi. Ya da fanilik yüzü ile bize ayrılık ve gurbet acısını çektirdi.
Kalpteki masiva sevgisi, kalbin bir nevi şirkidir. Zira bu kalbi ALLAH bize, kendi zat ve sıfatlarını sevmemiz için vermiştir. Ama biz suistimal edip masivaya sarf ettik. Ceza olarak da sevdiğimiz şeyler, sevgimize karşılık vermedi. Ya da fanilik yüzü ile bize ayrılık ve gurbet acısını çektirdi.
Sebebi muhabbet üçtür. Birisi kemal, birisi cemal, birisi de ihsandır. İnsan bu üç şeyden dolayı muhabbet eder.
Kainattaki bütün mükemmellikler, bütün güzellikler ve bütün ihsanlar, ALLAH ’ın mükemmelliğinden, güzelliğinden ve ihsanından bir lema, bir damla mesabesindedir. Öyle ise muhabbetin sarf ve tahsis edileceği tek ALLAH’dır. Asıl menba ve masdar olan ALLAH varken, ondan lemean eden zayıf gölgelerine muhabbet edip meftun olmak akıl karı değildir.
Fani mahlukata muhabbet besleyen adamın hali, tıpkı barajın bendinin arkasındaki büyük su kitlesi dururken, bendin bu tarafındaki ıslaklık ve sızıntılarla kanmaya çalışan adamın durumu gibidir.
Değil kainattaki kemal, cemal ve ihsan, belki cennetteki bütün kemal, cemal ve ihsan dahi ALLAH ’ın sonsuz kemal, cemal ve ihsanından süzülüp gelen ve çok perdelerden geçmiş zayıf bir gölgesidir.
Öyle ise insana verilen bu sonsuz muhabbeti mahlukata verip dağıtmak ve buralarda heba etmek, veriliş gayesine ihanettir. Bu ihanetin cezası da merhametsiz bir musibettir. ALLAH bu musibeti haram muhabbetlerin içine dercedip, hem bu dünyada hem de ahirette sakar belası ile cezalandırıyor.
ALLAH bizleri bu hallere düşmekten korusun. (amin)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder