21 Aralık 2012 Cuma

haddini bil

ALLAH, insanı nihayetsiz bir acizlik ve fakirlik ile donatmıştır.
Ta ki, bu acizlik ve fakirlik cephesi ile aciz ve fakir olmayan Zatı bulsun ve Onu, o hislerle tanısın.
Ama bunun yanında ALLAH, insana cüzi ve farazi bazı mizan ve duyguları da vermiştir. Ta ki, kıyas ile kendi mutlak ve nihayetsiz sıfatlarını idrak etsin. İnsana cüzi ve farazi olarak irade, ilim, kudret gibi şeyleri vermiş. İnsan bu farazi hatlarla kıyas yapıyor.
Mesela der; ben cüzi kudretimle şu küçük hanemi inşa ettim, ALLAH ise sonsuz kudreti ile şu kainatı inşa ediyor. Yine, ben cüzi ilmim ile şu müspet ilimleri keşif ettim, O ise sonsuz ilmi ile her şeyi bilir, ve hakeza. Aslında o cüzi ilim, irade ve kudretin hepsi, vehmi ve farazi şeylerdir. Hakikatte insanın elinden hiçbir iş gelmez, hiçbir şeyi yapamaz.
Ama dalalet ve küfürden gelen bir fikir ile o farazi ve cüzi olan benlik duygusu, hakiki ve külli şekline dönüşüp, insanı ALLAH’ın karşısına dikmiştir. Halbuki insanın sermeyesi hiç hükmündedir, en küçük ihtiyacını temin etmekten aciz, en basit şeyi yaratmaktan yoksun bir mahiyettedir. Yani vücut bakımından insan gayet zayıf ve incedir, hiçbir şeyi yapacak ve yaratacak güce sahip değildir, aynı zaman da her şeye de muhtaç bir mahiyettedir.
Vücut bakımından ince ve zayıf olması ve hiçbir şeye tahammül edememesi, insanın sermaye ve iktidar bakımından bir hiç olduğuna işarettir. Sahip olduğu tek şey, tartışmadan kurtulamamış basit ve zayıf bir iradeden ibarettir. İnsanın hakiki mahiyeti bu iken, felsefe ve küfürden gelen fikir ile insan, adeta ALLAH’a karşı meydan okuyan bir tavra giriyor, tıpkı ateş böceğinin ışıkçığı ile güneşe meydan okuması gibi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder