Aşk ve muhabbet insanın en köklü ve en esaslı bir duygusudur.
Bu duygunun da diğerleri gibi tamamen fıtrattan sökülüp atılması kabil değildir.
Ama bu duyguyu ilahi veya mecazi aşka çevirmek insanın iradesine bakar.
İnsan kalbini ilahi aşka yönlendirme fırsatı ve imkanı varken, bunu mecazi aşkların dalgasına terk ediyor ise bu, mesuliyeti gerektiren bir durumdur.
Muhabbet etme kabiliyetini ALLAH
(ALLAHIM:)
kendi Zatı ve isimlerini sevmemiz için bize takmıştır.
İnsan suistimal ile bu kabiliyeti mecazi aşklara çeviriyor ve mesul oluyor.
ALLAH insana kendi cemal ve kemalini sevecek ve fani güzelliklerle tatmin olmayacak genişlikte ve keskinlikte bir kalp vermiştir.
İnsanın bu geniş kalbi ancak ebedi ve solmayan bir güzellik ile tatmin olabilir.
Oysa kainatın ve içindeki bütün güzelliklerin üzerinde fena ve fanilik damgası vardır. Sevdiğimiz o güzellik, ya eskir ya pörsür ya da bize karşılık vermez, verse de bizim meftun olduğumuz o güzellik çabuk söner. Demek bize verilen bu kalp o fena ve fani güzellikler için değil, ebedi ve solmayan bir güzelliği sevmek için tahsis edilmiştir.
Biz suistimal edip ALLAH ’a tahsis edilmiş kalbimizi fani mahlukata tevcih edersek, bunun tokadını hem burada hem ahirette yeriz. Kalbimizdeki bu hastalığı tedavi etmenin yolu ise iman ve tefekkür üzerinde yoğunlaşıp, o güzellikler üzerinde fanilik damgalarını okuyarak, sevgi ve aşkımızı gerçek sahibine tevdi etmek(vermek, bırakmak)tir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder