4 Kasım 2012 Pazar

dünyaya çok âşık

İnsan hayata ne kadar aşık olursa olsun, ömür dakikaları sayılıdır ve dünyanın dönmesini durduramadığına göre her gün ömründen bir parça daha azalmakta
Niyazi-i Mısrînin dediği gibi
“ömür binasının her gün bir taşı daha yere düşmektedir.”
İnsan, sevdiği şeyi korumak ister, onun devamını arzu eder. Bu hayatı korumanın ve ebedî kılmanın yolu ise onu ALLAH’ın rızası dairesinde geçirmektir.
Bu yola girildiğinde de ömür yine geçer, ama bu geçiş,ömür dakikalarının tohumlar gibi toprağa ekilmesine benzetilir..

“O vakit, ömür dakikaları, âdetâ tohumlar, çekirdekler hükmünde, zâhiren fenâ bulur, çürür. Fakat, âlem-i bekâda saadet çiçekleri açarlar ve sünbüllenirler. Ve âlem-i berzahta ziyâdar, mûnis birer manzara olurlar.” Sözler, Altıncı Söz

İnsan bu dünya imtihanının bir gereği olarak kendi ömrünü dilediği gibi geçirebilmekte, ömür dakikalarını istediği toprağa ekebilmektedir. Sadece kendi menfaatini düşünen ve bu dünyaya kendini besleyip büyütmek, dünya zevklerinden faydalanmak için geldiğini sanan kimseler, ömürlerini “menfaat ve sefahat toprağında” ekmiş olurlar. Bunlar yıldız böceği gibi,
kendi ziyalarıyla, yani kendi iradeleri, bilgileri, imkânlarıyla sadece kendi yollarını görür, başkalarına bir fayda sağlamazlar. Böylece gecenin karanlığında kalmaya mahkûm olmuş olurlar.

Bu kâinatı ALLAH’ın mucize eserlerinin sergilendiği bir fuar gibi temaşa eden ve başkalarına da faydalı olan kimseler ise bal arısına benzetilmiş oluyor.

Öte yandan, hadsiz emeller ve elemlerle dolu bu dünya hayatını sadece kendi nefsine, ilmine ve gücüne güvenerek geçirmeye çalışan kimseler de yıldız böceği gibi yarını göremedikleri gibi, kabir ötesini, mahşeri ve ahireti de göremezler.
Halbuki herkes bu yolun yolcusudur.

Gecenin zulmetinde kalmak, sevk edildikleri menziller hakkında hiçbir bilgileri olmayışı manasınadır. İmanlı bir kimse ise kendisini ALLAH’ın kulu, her türlü gücünün ve imkânının da yine ALLAH’ın ihsanı olduğunu bilmekle birlikte, kabir hayatından cennete kadar uzanan ebed yolculuğunun bütün safhaları hakkında bilgi sahibidir. Bu hal ise gündüzün güneşine kavuşup çevresinde olanları görmeye ve bilmeye benzetilmiştir.

Mümin olan insan, “fâni vücudunu, o vücudu … veren HALIKın yolunda fedâ” eder. Aslında burada feda edilen, nefsin arzularıdır. Dünya hayatı, her halde, geçecektir. İnsan kendi varlığını, yani hem göz kulak gibi duygularını, hem de akıl, kalp gibi latifelerini nefsinin arzuları yönünde değil de, toprağını bulmuş çekirdekler misâli, RABBinin razı olduğu sahalarda geçirirse, onları hak yolda feda etmiş olur. Bu feda edişin meyvesi ise “hadsiz bir nur-u vücud “ bulmaktır.
Yani, kendini ALLAH’ın kulu, etrafındaki bütün eşyayı da O’nun eserleri ve isimlerinin tecellileri olarak gören kimse, bu varlık âlemindeki her şeye bir bakıma sahip olur.
Bunların hepsi RABBimin eserleri, O’nun ihsanları, O’nun sanatları diyerek tümüne sahip çıkar.

Böylece bu dünyada “hadsiz bir nur-u vücud” bulduğu gibi, ebedîyet âleminde de çok daha ileri derecesiyle bu vücut nurlarına sahip olacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder