İnsanın kalp ve ruhu dünya ve onun içindeki her şey ile ilgili ve
onlara duygusal bir yakınlık içindedir.
Ruh ve kalbin bu ilgi ve duygusal yakınlığı eşya ile insan arasında bir ünsiyet ve ülfet oluşturuyor. Halbuki bu eşya çok seri ve süratli bir şekilde ölüme ve zevale gidiyor. Bu da insanın kalp ve ruhunda ciddi yaralara ve acılara sebep oluyor.
İşte eşyanın ölüm ve zevalinden gelen bu ciddi yara ve üzüntülerden kurtulmanın ve hakiki ibadet edilmeye layık olan ve bütün güzelliklerin kaynağı olan sonsuz rahmet ve şefkate yönelmenin ve ondan tam istifade etmenin en güzel ve en tesirli yolu namazdır. Namaz, insanın kalp ve ruhunu kesretten vahdete, yani eşyadan, eşyanın hakiki sahibi olan ALLAH’a çeviriyor.
Evet gerçek mutluluk ve saadet, eşyanın üzerinde yansıyan güzelliklere müptela olup, onların kaybolmaları ile üzüntü ve kedere düşmek değil, o eşyada yansıyan ve tezahür eden güzelliklerin hakiki kaynağı olan sonsuz cemal sahibi olan ALLAH’ı bulup ona namaz ile bağlanmaktır.
Namaz, insanın kalbine gıda, ruhuna su ve latifesine(duygularına)hava gibidir.
İnsanın cesedi nasıl gıda, su ve hava olmadan yaşayamıyor,
aynı şekilde insanın manevi cephesi ve cesedi de namazsız ve zikirsiz yaşayamaz demektir.
İnsan kalbinin ancak zikirle, yani ALLAH’ı anmak ve hatırlamakla tatmin olduğunu haber veren ayet-i kerimenin en ileri derecede masadakı namazdır.
“Neciyim, nereden gelip nereye gidiyorum?”
sorularının cevabını arayan insan aklı, namaz ile ALLAH’a kul ve ebede yolcu olduğunu hatırlar. Bütün ihtiyaçlarını ALLAH’tan diler, bütün belaların şerrinden O’na sığınır. Bu ise ruh için en büyük bir rahat ve huzur vesilesidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder