“Ben gizli bir hazine idim, bilinmeye muhabbet ettim (bilinmek istedim) de kâinatı yarattım.”hadis-i kutsî
Kâinatın ömrü milyarlarca yıl ile ifade ediliyor; insanlık âleminin ömrü ise on binlerce seneyle. Henüz insan nevi yaratılmadan, bu hadis-i kudsîde verilen haber, öncelikle melekler âlemine bakıyordu. ALLAH’ı bilen, eserlerini temaşa ve tefekkür eden, Ona isyandan uzak bu mübarek varlıklar, hadis-i kudsîde verilen haberi ibadetleriyle, tesbihleriyle, itaatleriyle, marifet ve muhabbetleriyle tahakkuk ettirmiş oluyorlardı. Hayvanlar alemi de yaratılış gayelerine tam uygun bir hayat sürmekle, ruhları yönüyle, melekleri andırıyorlardı. Bitkiler âlemi ve cansız varlıklar da mükemmel bir itaat ile vazife görüyorlardı.
“Hiç bir şey yoktur ki ALLAH’ı tesbih ve Ona hamd etmesin,” mealindeki âyet-i kerimede geçen “şey” tabiri, canlı cansız her varlığı içine alır. Her şey Onu tesbih eder ve Ona medih ve senada bulunur.
CENAB-I HAKK, bütün bu tesbih ve ibadetlerin çok daha ileri derecesini icra etmeye kabiliyetli bir başka mahiyet daha yaratmayı irade buyurdu: İşte bu ulvi mahiyet, arzın halifesi olacak olan insandı.
insan kendi kudretini tefekkür ederek, ilâhî kudretin varlığını bilebilir; ancak, kudretinin mahluk olduğunu ve ilâhî kudrete işaret ettiğini unutmamak şartıyla...
Mâlûm olduğu gibi, haritadaki bir işaret bir şehri gösterir, ama o işarette şehrin binalarını, caddelerini, büyüklüğünü, şeklini bulamazsınız; sadece o şehrin varlığından haberdar olursunuz o kadar.
Mâlûm olduğu gibi, haritadaki bir işaret bir şehri gösterir, ama o işarette şehrin binalarını, caddelerini, büyüklüğünü, şeklini bulamazsınız; sadece o şehrin varlığından haberdar olursunuz o kadar.
İnsan bir fakiri gördüğünde içinde bir merhamet, bir acıma duygusu uyanır. Bu, şuunâta(Keyfiyetler, haller.
Emirler. Kasıtlar. Talepler) misaldir.
Sonra ona yardım etmeye karar verdiğinde, irade devreye girmiş ve böylece sıfatlara intikal edilmiştir. Elini cebine sokması da yine bir sıfat olan kudretle gerçekleşir.
Fakire sadaka vermek üzere elini uzatması bir fiildir, sadaka verme fiili.
Herkes bir fakiri görebilir, ama sadaka vermeyebilir de. Sadaka vermek, ancak cömert insanların işidir. Demek ki, cömert ismini taşıyan insanlarda, sadaka verme fiili gerçekleşiyor. Yani, bu fiil bu isme dayanıyor.
Sonunda, fakirin eline paranın değmesiyle, olay tamamlanmış oluyor.
İşte insan, bu istidadı, bu kabiliyeti sayesinde, ilâhî şuunâtı, sıfatları ve fiilleri bir derece tefekkür edebiliyor.
Sonra ona yardım etmeye karar verdiğinde, irade devreye girmiş ve böylece sıfatlara intikal edilmiştir. Elini cebine sokması da yine bir sıfat olan kudretle gerçekleşir.
Fakire sadaka vermek üzere elini uzatması bir fiildir, sadaka verme fiili.
Herkes bir fakiri görebilir, ama sadaka vermeyebilir de. Sadaka vermek, ancak cömert insanların işidir. Demek ki, cömert ismini taşıyan insanlarda, sadaka verme fiili gerçekleşiyor. Yani, bu fiil bu isme dayanıyor.
Sonunda, fakirin eline paranın değmesiyle, olay tamamlanmış oluyor.
İşte insan, bu istidadı, bu kabiliyeti sayesinde, ilâhî şuunâtı, sıfatları ve fiilleri bir derece tefekkür edebiliyor.
Bir mahluk, ne kadar çok isimden ne ölçüde feyiz alırsa, derecesi, şerefi, rütbesi o nisbette yükselir. misal: Bir âlimde ALLAH’ın ALİM ismi tecelli etmiştir. Bu âlim fakirleri doyurduğunda REZZAK isminden de ayrı bir feyiz alır. Kendisine karşı işlenen bir hatayı affettiğinde ise AFÜVV ismine mazhar olur. Bütün bunlar kulun kendi cüz’î iradesiyle yapabildiği işlerdir
“İnsan, üç cihetle ESMA-İ İLAHİYEye bir âyinedir.
Birinci Vecih: Gecede zulümat, nasıl nuru gösterir. Öyle de: İnsan, za’f ve acziyle, fakr u hacatıyla, naks ve kusuru ile, bir KADİR-İ ZÜLCELAL’in kudretini, kuvvetini, gınasını, rahmetini bildiriyor ve hakeza pek çok EVSAF-I İLAHİYEye bu suretle âyinedarlık ediyor
İkinci Vecih âyinedarlık ise: İnsana verilen numuneler nev’inden cüz’î ilim, kudret, basar, sem’, mâlikiyet, hâkimiyet gibi cüz’iyat ile kâinat Mâlikinin ilmine ve kudretine, basarına, sem’ine, hâkimiyet-i rububiyetine âyinedarlık eder.
Üçüncü Vecih âyinedarlık ise: İnsan, üstünde nakışları görünen ESMA-İ İLAHİYEye âyinedarlık eder.”
Birinci Vecih: Gecede zulümat, nasıl nuru gösterir. Öyle de: İnsan, za’f ve acziyle, fakr u hacatıyla, naks ve kusuru ile, bir KADİR-İ ZÜLCELAL’in kudretini, kuvvetini, gınasını, rahmetini bildiriyor ve hakeza pek çok EVSAF-I İLAHİYEye bu suretle âyinedarlık ediyor
İkinci Vecih âyinedarlık ise: İnsana verilen numuneler nev’inden cüz’î ilim, kudret, basar, sem’, mâlikiyet, hâkimiyet gibi cüz’iyat ile kâinat Mâlikinin ilmine ve kudretine, basarına, sem’ine, hâkimiyet-i rububiyetine âyinedarlık eder.
Üçüncü Vecih âyinedarlık ise: İnsan, üstünde nakışları görünen ESMA-İ İLAHİYEye âyinedarlık eder.”
İlk iki vecihte, insanın iradesi sözkonusudur. Yani, insan kendi iradesini doğru kullanarak, aczini ve fakrını bildiği nisbette ALLAH’ın KADİR ve ĞANİ isimlerine ayna olur. Noksanını bildiği ölçüde, ilâhî sıfatların ve fiillerin kemâlini idrak eder, bu idrakle birlikte o da kemâl bulur, terakki eder.
Öte yandan, insan kendi mahiyetine konulan sıfatları doğru değerlendirdiğinde, bunlar vasıtasıyla, ilâhî sıfatların varlığını idrak eder. İnsan bu sıfatlara sahip olmasaydı, ALLAH’ın sıfatları ona meçhul olurdu. İlâhî sıfatların bir işareti, bir gölgesi insanın mahiyetinde yaratılmış olduğu için, insan, mahluk olan bu sıfatlarını kıyas unsuru olarak kullanıp, ilâhî sıfatları tefekkür edebiliyor.
Üçüncü vecihte, iradeyi kullanma, yahut kıyas yapma sözkonusu değildir. Bu kâinat sergisinde ALLAH’ın nice farklı eserleri sergileniyor ve her birinde ayrı bir sanat ve farklı bir isim tecelli ediyor. İnsan da bu eserlerden birisi, ama birincisi. O da bir eser olarak kendinde tecelli eden isimleri sergiliyor, seyircilere gösteriyor, fikir erbabına okutturuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder