Kitap ve içindeki her bir cümle yazarını anlattığı gibi; kâinat kitabı ve onun içindeki her bir varlık da yazarını ve yaratanını anlatmaktadır. Tabii bunların içinde bir varlık, yani bir âyet var ki Onun gibi ALLAH’ı anlatan yok. O da, Hz. MUHAMMED (s.a.v) efendimizdir. EFENDİMİZSAV, ALLAH TEALA’yı sadece diliyle değil, haliyle ve ahlakıyla anlatmıştır.
ALLAH’ı tanıtarak, bu kâinata ve aleme gelen ins ve cinnin geliş gayesini tarif ederek insana insanca yaşama tercihi vermiş, bütün mevcudata gelişiyle kıymet kazanmıştır.
Öyle bir elçi ki, okumak yazmak öğrenmediği ve ümmi olduğu halde on dört asrın ukalasını, filozoflarını hayrette bırakan ve semavi dinlerde birinciliği kazanan bir din ile birden, tecrübesiz, defaten meydana çıkması emsal kabul etmez bir halet olduğu gibi, sözlerinden, fiillerinden, hallerinden çıkan İslamiyet her zamanda üç yüz elli milyon insanın ruhlarına, nefislerine, akıllarına terbiyekarane ders vermesi ve manevi terakkiyata sevk etmesi, emsalsiz bir halettir.
Öyle bir elçi ki, okumak yazmak öğrenmediği ve ümmi olduğu halde on dört asrın ukalasını, filozoflarını hayrette bırakan ve semavi dinlerde birinciliği kazanan bir din ile birden, tecrübesiz, defaten meydana çıkması emsal kabul etmez bir halet olduğu gibi, sözlerinden, fiillerinden, hallerinden çıkan İslamiyet her zamanda üç yüz elli milyon insanın ruhlarına, nefislerine, akıllarına terbiyekarane ders vermesi ve manevi terakkiyata sevk etmesi, emsalsiz bir halettir.
O’nun âdilane kanunlarıyla beşeriyet maddi-manevi terakki etmiş, onun iman ve itikatla ortaya çıkışını ehli tahkik her zaman örnek almış ve onun feyzinden yararlanmıştır. Beşer tarihinde onun vahiyle başardığı inkılabı kimse başaramamıştır.
Onun evrensel öğretilerinden herkes yararlanmaktadır.
Öyle bir ubudiyet ve ibadet gösterdi ki, başlangıç ve nihayeti birleştirip hiç kimseyi taklit etmeyerek ibadetin en ince sırlarına riayetle, öyle münacat ve dua yapmıştır ki, hiç kimse bu elçinin mertebesine ulaşamamıştır.
Öyle bir ubudiyet ve ibadet gösterdi ki, başlangıç ve nihayeti birleştirip hiç kimseyi taklit etmeyerek ibadetin en ince sırlarına riayetle, öyle münacat ve dua yapmıştır ki, hiç kimse bu elçinin mertebesine ulaşamamıştır.
Öyle bir metanetle insanları dine davet ve öyle bir cüretle risaletini tebliğ etmiş ki; kavmi, amcası ve dünyanın büyük devletleri ve eski dinlerin tabiileri ona muarız ve düşman oldukları halde zerre kadar korkmayarak, çekinmeyerek umumuna meydan okuması ve başa da çıkarması emsalsiz bir halettir.
Mekke müşriklerinin ivgasıyla amcası Ebu Talib’in “Oğlum şu işi bırak, seni koruyamıyorum, sana zarar vermelerinden korkuyorum.” demesine mukabil, “Amca! Güneşi bir elime, ayı da öbür elime verseler bu davayı tek başıma götüreceğim.” diyen Hz. RESUL AS, elçiliğin, muarrif bir üstad olmanın nedenlü kıymetli, gerekli ve mesuliyetli olduğunu ve ALLAH’tan başka kimseden korkmadığını ve en ufak bir endişe duymadığını gösterir.
Hz.Peygamber SAV gelmeden önce kâinat bir matemhane idi. Varlıklar birbirinin düşmanı, cansız varlıklar birer cenaze, canlılar yokluk ve ayrılık sillesiyle ağlayan yetimlerdi. Peygamberimizin SAV verdiği dersle matemhane olan kâinat, şevkli ve cezbeli bir zikirhaneye döndü. Varlıklar, hepsi bir ALLAH’ın eseri olduğu için birbirinin dostu ve kardeşi oldu. O sessiz, cansız varlıklar birer itaatkâr memur, o ölüm ve ayrılık korkusuyla ağlar görünen yetimler, birer zikreden zakir veya vazife paydosundan şükreden şâkir suretine dönüştü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder