(Kibir, hakka, razı olmamak ve insanları küçük görmektir.) [Müslim]
Kibir, kötü huydur, haramdır. ALLAHÜ TEALAyı unutmanın alametidir.
ALLAH’ın, insanlar üstünde sayısız nimetleri vardır. Bu nimetleri insan kendinden bilirse, gurur ve kibir olur, yok bu nimetleri inkar edip gizlerse, bu da küfran-ı nimet olur ki, her iki durum da manevi bir hastalıktır. Yani insanın üstünde görünen nimetleri kendinden bilmesi nasıl caiz değilse, aynı şekilde o nimetleri yok sayıp inkar etmesi de caiz değildir.
Tevazu aslında nimeti HAKK'tan bilip insanlar üstünde faziletfüruşluk taslamamaktır. Yoksa nimeti görmezlikten gelip saklamak tevazu değil, küfran-ı nimettir.
Günümüzde özgüven kazanma adı altında neşredilen kitapların birçoğu, insanı şımarıklığa ve egoizme sevk eden, zararlı ve riskli neşriyatlardır. Nasıl felsefi doktrinler insanlığı küfür ve şirk derelerine sevk ediyor ise, felsefeden ders alan bu tür eğitim ve terbiye doktrinleri de insanlığı özgüven adı altında aşırı bireyciliğe hatta egosantrist (Ben merkeziyetcilik) bir halete sevk ediyor.
İnsan fıtraten nihayetsiz aciz ve fakirdir. Bu nihayetsiz acizlik ve fakirlik boşluğunu; ancak nihayetsiz bir kudret ve zenginlik doldurabilir ki, bu sıfatlar da ancak ve ancak ALLAH da vardır. Öyle ise insan benlik ve gurur davasını bırakıp, ALLAHa aczi ve fakrı ile sığınmalı, O'nun sonsuz kudret ve zenginliğine iltica etmelidir ki; ibadetin özü ve hakikati de bundan ibarettir.
ALLAH, insanı bu dünyaya ibadet ve kulluk için göndermiştir. Yoksa benlik ve gurur yapsın, kasıntı ile ben şunu yaptım, ben şöyleyim, ben böyleyim demek için insan yaratılmamıştır. İnsanın hakikati ile her şeyin dizgininin ve terbiyesinin ALLAH’ın kudret elinde olduğunu anlaması ve buna tam bir acziyet ile teslim olması; ancak iman ve ibadet ile mümkündür. Bunun dışındaki inanç ve ideolojiler bu kıvamı yakalayamaz. Tam aksine bu inanç ve ideolojiler, insanı kendini beğenmiş ve acz ve fakrını unutmuş bencil bir firavun şekline dönüştürüyorlar.
İnsanın, ALLAH’a yaklaşmakta ve O'nu razı etmekteki en önemli donanımı; fıtratındaki nihayetsiz acizlik ve fakirliğidir. İnsan bu nihayetsiz acizliği ile nihayetsiz kudrete köprü atar, yine nihayetsiz fakrı ile de nihayetsiz zenginlik ile irtibat kurar, o zaman o nihayetsiz kudret ve gına; insanın nihayetsiz acizlik ve fakirliğine tam bir merhem ve tam bir ilaç olur. Nasıl bebeğin çaresiz ve zayıf hali; anne ve babasını ona hizmetçi yapıyor ise, aynı şekilde insan da nihayetsiz acizliği ve fakirliği ile ALLAH’ın nihayetsiz kudret ve zenginliğini kendine cezp ediyor ve O'nun nazarında nazlı bir bebek gibi oluyor.
İşte insan kibir ve benlik davası yerine, bu acz ve fakr kanalını işletse, her şey ona itaatkar olur, her şey ona kolay ve geniş bir yol hükmüne geçer.
Zayıf bir adamın kuvvetli bir adama karşı dik ve izzetli durması güzel bir hal iken, kuvvetli adamın zayıf adama karşı dik ve izzetli durması çirkindir, kibirdir.
Yine zayıf adamın kuvvetli adama tevazu göstermesi yalakalık sayılırken, kuvvetli adamın zayıfa alçak gönüllü olması, güzel olan tevazudandır.
Bir valinin, makamındaki ciddiyet vakar, yani ağırbaşlılık iken, aynı valinin, evindeki ciddiyeti kibirdir. Valinin makamındaki tevazusu zillet, yani alçaklık iken, evindeki alçak gönüllüğü güzel olan tevazudur.
Hazret-i Âişe validemize, (İnsan ne zaman kötü amel işler?) diye sual edildi. Buyurdu ki: (İyi amel işlediğini sandığı zaman.)
İnsanın helakı, ucub ve ümitsizliktendir
İnsanı ucba sürükleyen sebeplerin başında cehalet ve gaflet gelir. Böyle ucubtan kurtulmak için her şeyin ALLAHÜ TEALAnın dilemesi ve yaratması ile meydana geldiğini, akıl, ilim, ibadet, mal, mevki, güzel yazmak, güzel konuşmak, kaliteli iş yapmak gibi nimetlerin ALLAHÜ TEALAnın lütfu ve ihsanı olduklarını düşünmek gerekir. Bize faydalı ve tatlı gelen bütün nimetleri gönderen ALLAHÜ TEALAdır. Ondan başka yaratıcı, gönderici yoktur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Günah işlemeseydiniz, bundan daha zararlı olan ucubtan korkardım.) [Harâiti]
İbadet yapanların kendilerini beğenmeleri, fâsıkların günahlarından daha kötü ve daha zararlıdır.
İsrailoğullarından bir eşkıya, kırk yıl günah işler. Bir gün Hazret-i İsa’yı havarilerden biri ile giderken görür. Yaptığı eşkıyalığa pişman olur. "Ben bunlara katılayım" diyerek peşlerine takılır. Havarinin yanına yaklaşır, "Benim gibi bir eşkıyanın böyle bir zatın yanında gitmesi uygun olur mu?" diye düşünür. Havari de, "Bu yol kesici nereden çıktı? Benimle nasıl gelir?" diyerek ondan uzaklaşıp İsa aleyhisselama yaklaşır. ALLAHÜ TEALA Hazret-i İsa'ya vahyeder ki:
(İkisine de söyle! İkisinin de geçmişlerini mahvettim. Yeniden amele başlasınlar. Kendini beğendiği için havarinin ibadetini mahvettim. Kendini aşağı gördüğü için de eşkıyanın günahlarını affettim.)
(İkisine de söyle! İkisinin de geçmişlerini mahvettim. Yeniden amele başlasınlar. Kendini beğendiği için havarinin ibadetini mahvettim. Kendini aşağı gördüğü için de eşkıyanın günahlarını affettim.)
Hazret-i İsa, durumu her ikisine de bildirir ve eşkıyayı havarileri arasına alır. (İ. Gazali)
Ucbun en kötüsü, hatalarını, nefsinin hevasını beğenmektir. Hep nefsine uyar, nasihat kabul etmez. Başkalarını cahil zanneder. Halbuki kendisi çok cahildir. Bilmediğini bir bilene sormaz. Ucbun sebebi cahillik hastalığı olduğuna göre, ilacı da ilim ve marifettir. İlim, ibadet, takva gibi salih amellerin ALLAHÜ TEALAnın bir lütfu ve ihsanı olduğunu bilip şükreden kimse, ucubtan kurtulur. Bir kimsenin ucub sahibi olup olmadığı, şu alametlerden belli olur: Ucublu kimse, kibirli olur. Günahlarını ve ALLAHÜ TEALAnın azabını unutur. Büyüklerden istifade edemez, âlimlerin sohbetinden mahrum kalır. Kimseyle meşveret etmez, danışmaz.
Bir kimseye emri maruf yapınca, ALLAH'tan kork şunu yap, şunu yapma denince, eğer kabul etmezse o kişi nefsine mağlup olmuş demektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(ALLAH’tan kork diyene, sen önce kendine bak diyeni ALLAHÜ TEALA sevmez.) [Beyheki]
(ALLAH’tan kork diyene, sen önce kendine bak diyeni ALLAHÜ TEALA sevmez.) [Beyheki]
Hakkı, doğruyu kim söylerse söylesin kabul etmek gerekir. Doğru olan bir şeyi kabul etmemeye inat denir. İnat, karşımızdakini aşağı görmek, ondan nefret etmek, ona düşmanlık beslemek, haset etmek gibi sebeplerden ileri gelir. Hakkı, düşmanımız da söylese kabul etmeliyiz. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(ALLAHÜ TEALAnın en sevmediği kimse, hakkı kabul etmekte inat edendir.) [Buhari]
(Küçük, büyük, iyi kötü veya hoşlanmadığın biri, hakkı söylerse, kabul et.) [Deylemi]
(Bilmediği bir hususta inat edene, inadından vazgeçene kadar ALLAHÜ TEALA gazap eder.) [İ.Ebiddünya]
(ALLAHÜ TEALAnın en sevmediği kimse, hakkı kabul etmekte inat edendir.) [Buhari]
(Küçük, büyük, iyi kötü veya hoşlanmadığın biri, hakkı söylerse, kabul et.) [Deylemi]
(Bilmediği bir hususta inat edene, inadından vazgeçene kadar ALLAHÜ TEALA gazap eder.) [İ.Ebiddünya]
Günah işleyenin boynu bükük olur. Tevbe edebilir. Ucub sahibi ilmi ile, ameli ile mağrur olur. Egoist olur. Tevbe etmesi güç olur. Günah işleyenlerin iniltileri, ALLAHÜ TEALAya, tesbih çekenlerin övünmesinden iyi gelir.
Bayezid-i Bistami çok yorgun olduğu bir gün sabah namazına kalkamaz. Şeytan bin bir hileyle uyutur. Uyandığında güneş çoktan doğmuştur. Bu duruma o kadar üzülür ki kılamadığı o sabah namazını kaza edip kılar gece gündüz ağlar tevbe edip pişman olur. Derken bir ses duyar. “Uyuya kalıp kılmadığın o sabah namazını Allah 70 bin katıyla kabul etti.” Bu ses onu çok sevindirir. Şükreder Rabbine aradan bir hayli zaman geçer. Yine çok yorgun olduğu bir gün sabah birinin ayağından dürterek “Haydi kalk” dediğini iştir. Hemen uyanır bir de bakar ki onu uyandıran ayağından dürten şeytanın ta kendisi. Hayrola!” der şeytana “Sen hiç uyandırmazdın hep sabahları uyutmaya çalışırsın insanları; beni neden uyandırdın?” Şeytan şöyle cevap verir: “Geçen sefer uyuttum da ne oldu. Bir namazlık sevap alacağına gece gündüz yalvardın yakardın pişman olup tevbe ettin. 70 bin sevap kazandın. Bir daha uyutup bunca sevap kazanmana sebep olmayayım diye uyandırdım. Kalk namazını kıl da bir namaz sevabı kazan.” der.
BIN SENEDE OKUSAM NE BILIYORSUN DEDIKLERINDE HADDIMI BILIRIM DERIM.mevlana
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder