5 Mart 2012 Pazartesi

CİSİM

Cisim maddidir ve maddi kayıtlara mahkumdur. Maddi kayıtlar açısından bakıldığında, maddeye hükmeden ve maddeyi kısıtlayan iki ana unsur vardır. Birisi zaman, diğeri mekandır.
Evet, maddi alemdeki zaman çok dar ve sınırlıdır. İnsan cisim noktasından bir an içine hapis olmuştur. Zamanın en alt ve küçük birimi ne ise, insanın cismani varlığı da odur. Yani insanın cismi, zamanın en anlaşılır birimi olan salise içinde hapis olmuştur, bütün sermayesi o bir salisedir. Zira cisim için, geçmiş ve gelecek ölü ve yok hükmündedir. Cismin geçmiş ve geleceği yaşaması ve hissetmesi adetullaha aykırıdır.
Mekan açısından da insan sınırlıdır. Cisim olarak insan ancak bir yerde bulunabilir, aynı anda farklı yerlerde bulunmak cisim açısından imkansızdır. Yani insan fıtratının en dar ve sınırlı dairesi bu maddi ve cismani dairesidir ki, bu dairede zaman ve mekan sarmalına hapsolmuştur.
Özet olarak, insanın maddi hayatı, zamanın “şimdiki an” boyutunda olup, geçmiş ve gelecek boyutları noktasından meyyittir. Maddi olarak zamanın bir dakika öncesine gidemediğimiz gibi, bir dakika sonrasına da gidemeyiz. İşte maddi hayatımızın mazi ve müstakbel açısından meyyit olması bu cihetledir.
Zamanın bir nehir gibi akmasıyla, insanın o dar anında zevk ettiği şeylerden kopmasıyla firak elemi, yani ayrılık acısı çekiyor.
İnsan maddi ve hayvani cihetten bir hiç ve yok hükmündedir. Öyle ise insan iman ve ruhun derece-i hayatına girip alemini bir saliseye hapsolmaktan kurtarıp, ezel ve ebed ile ilintili hale getirmesi gerekir.
İbrahim Havvas Hazretleri, bir sene hacca gitmek niyetiyle yola çıkar. Yol boyunca kulağına İbrahim Havvas!' diye gaipten bir kadın sesi gelir ve gayri ihtiyarî olarak Mekke tarafına değil de İstanbul'a doğru gider. Şehre girer ve orada kapısının önünde insanların toplandığı yüksek bir köşk görür. Daha sonra oradakilerden Rum Kayseri'nin kızının delirmiş olduğunu ve çaresi için doktorlarını topladığını öğrenir.
Aslında, Kayser'in kızı bir vesileyle Barnaba İncili'ni okumuş ve orada Efendimiz'le alâkalı hakikatleri öğrenerek ihtida etmiş Papazlar ise, 'Ruhuna şeytan girdi ve delirdi.' gibi düşüncelerle onun yakılmasına karar vermişlerdir.
İbrahim Havvas Hazretleri, 'Ben prensesi tedavi edebilirim.' diyerek onun yanına yaklaşır ve daha sonra aralarında şöyle bir konuşma geçer:
- Ey İbrahim Havvas! Hoşgeldiniz.
-(İbrahim Havvas Hazretleri, hayret dolu ifadelerle) Beni nereden tanıyorsunuz?
- Canımı, canana teslim etmek istedim ve HAK TEALA'dan sevdiği bir kulunu yanımda bulundurmasını niyaz ettim. 'Üzülme, yarın İbrahim Havvas dostum sana gönderilir.' buyruldu.
- Hastalığınız nedir?
- Gerçeği buldum ve ihtida ettim. Bu sebeple hâlime delilik, bana da deli dediler.
- Bizim diyara gelmek ister misiniz?
- Sizin diyar neresidir?
- Mekke, Medine ve Kâbe gibi mukaddes beldeler...
- Sağ tarafına bak!
Sağ tarafına bakan İbrahim Havvas Hazretleri, bir düzlükte Mekke, Medine ve Beytü'l-Makdisi karşısında görür. Az sonra prenses, 'Vakit yaklaştı, istek ve arzu haddi aştı.' deyip, kelime-i şehadet getirerek ruhunu RAHMAN'a teslim eder.
Kayser'in kızı, bütün debdebe ve ihtişamın yaşandığı bir saray ikliminde yetişmiştir. Onun bunları elinin tersiyle itip terk etmesi, kanatlanıp uçmasına yetmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder