Dinin amacı ALLAH rızasını kazanmaktır. ALLAH rızası ise çoğu zaman dünyevî başarıda değil, doğruluk, gayret, tevekkül, itaat ve ihlâstadır. Bu nedenle dünya hayatında başarıyı yakalamak, makam, mevki ve zenginlik, şöhret ve itibar kazanmakta değil, ALLAH’ın rızasında aramak gerekir. Bu konuda başına gelenlere sabretmelidir. Bunu da kazaya rıza, kadere teslimiyetle ancak elde edilebilir. Peygamberlerin ve onun yolundan gidenlerin hayatları bu konuda örnektir. Sonuçta kazanacak olan yine muttakilerdir ki yüce ALLAH“Akıbet muttakilerindir” (Hud, 11:49) buyurur.
RESULULLAH (sav) elindeki iki çakıl(dan birini
yakına, diğerini uzağa) atarak: "Şu ve şu neye delalet ediyor biliyor
musunuz?" dedi. Cemaat: "ALLAH ve RESULÜ daha iyi bilir" dediler.
Buyurdu ki: "Şu (uzağa düşen) emeldir, bu (yakına düşen) de eceldir.
(Kişi emeline ulaşmak için gayret ederken ulaşmadan oluverir)".
yakına, diğerini uzağa) atarak: "Şu ve şu neye delalet ediyor biliyor
musunuz?" dedi. Cemaat: "ALLAH ve RESULÜ daha iyi bilir" dediler.
Buyurdu ki: "Şu (uzağa düşen) emeldir, bu (yakına düşen) de eceldir.
(Kişi emeline ulaşmak için gayret ederken ulaşmadan oluverir)".
Tevekkül insanın zahirî (görünür) sebeplere uyması ve fakat kalbini onlara bağlamayıp HAK TEALA’nın, korumasına dayanması demektir…”
Tevekkül, ALLAHU TEALA’dan başkasından korkmamak ve beklememektir.
“Tevekkül, esbabı bütün bütün reddetmek değildir. Belki esbabı dest-i kudretin perdesi bilip riayet ederek ve esbaba teşebbüs ise bir nevi dua-yı fiilî telâkki ederek, müsebbebatı yalnız CENAB-I HAKK’dan bilmek, neticeleri O’ndan istemek ve O’na minnettar olmaktan ibarettir.”
Bir hasta, muayene olma ve ilâç alma safhalarından sonra şifa bekleme dönemine girer. Doktoru da yanıbaşında onun iyileşmesini beklemektedir. Bu ikili bekleyiş ALLAH’a tevekkülden başka bir şey değildir.
Müslüman, dünya hayatını daha güzel imkanlarla ve daha rahat bir şekilde geçirmek için gerekli sebeplere tam olarak teşebbüs eder, ama şunu da çok iyi bilir ki, "Bu dünya zevk ve lezzet yeri değil, ancak imtihan meydanıdır ve âhiretin tarlasıdır. İmtihanda, tarlada, sıkıntı vardır. Ferah, imtihan ötesi ve hasat sonrasıdır.” Bunun için dünyanın musibet ve sıkıntılarına karşı psikolojik olarak bir ön hazırlığa sahiptir.
O, herkesi misafir ve herşeyi geçici bilir. Hiçbir hâdiseye olduğundan fazla kıymet vermez. Ve ömrünü huzur içinde geçirir.
Gerçekten de tevekkül en büyük bir huzur kaynağıdır. İnsanın önünde çok menziller var. Kabre girmeden önce çoğu zaman, hastalıklara, musibetlere, çaresizliklere, ihtiyarlığa da uğrar. Bütün bu safhalarda insan tevekkülsüz yaşayabilir mi?
O, herkesi misafir ve herşeyi geçici bilir. Hiçbir hâdiseye olduğundan fazla kıymet vermez. Ve ömrünü huzur içinde geçirir.
Gerçekten de tevekkül en büyük bir huzur kaynağıdır. İnsanın önünde çok menziller var. Kabre girmeden önce çoğu zaman, hastalıklara, musibetlere, çaresizliklere, ihtiyarlığa da uğrar. Bütün bu safhalarda insan tevekkülsüz yaşayabilir mi?
Tevekkül, hastalığa olduğu gibi, ihtiyarlık mevsimi ile insanın yüzüne daha fazla vuran, ölüm habercisi soğuk rüzgârlara karşı da en sağlam zırhtır. Bundan mahrum olanların tenleri hangi cins kumaşla sarılı olursa olsun, canları her an iğnelenmekte, huzurları daima zedelenmektedir.
Bir defasında Hazreti Ali’nin (Radıyallahu anh) bir kaç yakın dostu ile biraraya gelerek “halifenin evi önünde nöbet tutalım. Çünkü o yiğit bir savaşçı olduğu için kendisine karşı suikast düzenlenebilir.” Dedik ve bu amaçla evinin kapısı önünde nöbet tutmaya başladık.
Bir ara Hazreti Ali (Radıyallahu anh) namaza kalkınca bize “burada ne işiniz var?” diye sordu. Kendisine “Ya emirel müminin, seni korumak istedik. Çünkü yiğit bir savaşçı olduğun için sana suikast düzenleneceğinden çekindik” diye cevap verdik.
Bu cevabımız üzerine bize:
“Beni gök halkına karşı mı, yoksa yeryüzü halkına karşı mı koruyorsunuz?” diye sordu. Bizler kendisine “seni yeryüzü halkına karşı koruyoruz. Gökyüzü halkına karşı nasıl koruyabiliriz ki?” diye cevap verince o şunları söyledi:
“ALLAH’ın gökyüzünde taktir etmediği hiç bir şey yeryüzünde meydana gelmez. Yeryüzünde yaşayan herkesi korumakla ikişer melek görevlidir. Bu durum o kimsenin kaderi gelinceye kadardır. Kaderi gelince bu melekler onu kaderiyle başbaşa bırakırlar.”
Büyük velilerden Şakik Belhi (VIII. yyıl) bir kıtlık senesinde, herkesin kara kara düşündüğü bir ortamda, zengin bir adamın kölesinin şakır şakır oynadığına şahit oldu. Yanına yaklaştı ve sordu:
- Herkes kıtlıkla, açlıkla karşı karşıya olmaktan inler dururken sen neye güvenerek böyle oynayabiliyorsun? Köle cevap verdi:
- Herkesten bana ne? Benim için bir tehlike söz konusu değil. Benim efendimin 7-8 tane köyü var, her ihtiyacımız o köylerden sağlanıyor.
Bu açıklama Şakik’i adeta bir şamar gibi sarstı. Çünkü kendisi de kıtlıktan dolayı endişe içindeydi. Ama köle onu uyandırdı ve kendi kendine şöyle dedi:
- Hey Şakik kendine gel! Şu köle nihayet bir insan olan efendisine bunca güveniyor, kendini emniyet içinde hissediyor. Sen ki bütün canlıların rızkını garanti eden ALLAH’a inanıyor, tevekkül ediyorsun, Bu nice tevekküldür ki rızık endişesi içindesin?
- Herkesten bana ne? Benim için bir tehlike söz konusu değil. Benim efendimin 7-8 tane köyü var, her ihtiyacımız o köylerden sağlanıyor.
Bu açıklama Şakik’i adeta bir şamar gibi sarstı. Çünkü kendisi de kıtlıktan dolayı endişe içindeydi. Ama köle onu uyandırdı ve kendi kendine şöyle dedi:
- Hey Şakik kendine gel! Şu köle nihayet bir insan olan efendisine bunca güveniyor, kendini emniyet içinde hissediyor. Sen ki bütün canlıların rızkını garanti eden ALLAH’a inanıyor, tevekkül ediyorsun, Bu nice tevekküldür ki rızık endişesi içindesin?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder