Haksızlığa maruz kalanın tek bir sorusu vardır:
Neden?
Ve bu tek kelime yeni yeni sorulara gebedir: Ben ne yaptım? Suçum neydi? Niye ben? Neden benim başıma geldi?
Bu doğurgan soru ontolojik bir kırılmanın, varoluşsal bir krizin tezahürüdür. Kişi bu soruyla yaşadığı haksızlıktan, maruz kaldığı zulümden bir “hayır ve iyilik” çıkmasını ummaktadır. Ahiret nazarı dikkate alınmadan bu soruların tatminkâr bir cevabı yoktur. Ontolojik kriz ancak baki ve ebedi bir hayat hattında çözüme kavuşabilir. Çünkü yaşadıklarımız sıra dışı düzeyde acı veren olaylar, haksızlıklar, zulümler bile olsa; hayır, çoğu zaman bu dünyadan ziyade ebedi âlemde insana verilir. İnsanın ebedi yurdu orasıdır. İnsan mükellef bir yemeği otobüs durağında yemez, yemek de istemez. Sağ salim ulaşacağı evinde yemek ister.
Kullarının her türlü hukukunu koruma vaadini yapan ALLAH(Mutlak Varlık), masumlardan biraz sabırlı olmalarını istemektedir. Ne de olsa hayat kısadır.
Bu doğurgan soru ontolojik bir kırılmanın, varoluşsal bir krizin tezahürüdür. Kişi bu soruyla yaşadığı haksızlıktan, maruz kaldığı zulümden bir “hayır ve iyilik” çıkmasını ummaktadır. Ahiret nazarı dikkate alınmadan bu soruların tatminkâr bir cevabı yoktur. Ontolojik kriz ancak baki ve ebedi bir hayat hattında çözüme kavuşabilir. Çünkü yaşadıklarımız sıra dışı düzeyde acı veren olaylar, haksızlıklar, zulümler bile olsa; hayır, çoğu zaman bu dünyadan ziyade ebedi âlemde insana verilir. İnsanın ebedi yurdu orasıdır. İnsan mükellef bir yemeği otobüs durağında yemez, yemek de istemez. Sağ salim ulaşacağı evinde yemek ister.
Kullarının her türlü hukukunu koruma vaadini yapan ALLAH(Mutlak Varlık), masumlardan biraz sabırlı olmalarını istemektedir. Ne de olsa hayat kısadır.
ALLAH (Mutlak Varlık), varlıklara yapılan zulümleri bilir ve görür. O mağdurun, masumun vekilidir, dostudur, yardımcısıdır
Her türden kötülüğe maruz kalmış kalpleri, ancak ahiret iyileştirir.
Sen(mağdur) onların zulmü yüzünden hem sevap, hem fâni saatlerini bâkileştirmeyi, hem manevî lezzetleri, hem vazife-i ilmiye ve diniyeyi ihlas ile yapmasını kazanıyorsun!’
Haksızlığa maruz kalanın yaşadığı travmayı ahiret bağlamında ele alınırsa, dünyanın fani saatlerinin zulüm yoluyla ebedileştiği hakikatine mazhar olur.
ister mümin, ister inkâr ehli, haksızlığa, zulme, adaletsizliğe maruz kalanların; gaybın penceresi açılsa; mazhar olacakları rahmeti görebilseler, “Ya Rabbi! Şükür Elhamdülillah” diyeceklerine “Ve ifrat-ı şefkatten gelen şiddetli teessür ve elemden kurtuldum” diyerek, sadece zulme maruz kalmanın değil, zulme şahitlik etmenin derin travmatik tesirinden ahirete imanla şifa bulur.
Ahireti nazara almadan dünya zalim bir yere dönüşür. Kötülüğün anlamsız dili hayata egemen olur. Yaşadığımız haksızlıklar karşısında hissettiğimiz kırılganlık, üzüntü, keder, kızgınlık, öfke, kin ve nefret ahiret bağlamına oturtulmadan ele alındığında tam tamına çözümlenemez. Zulmün büyüklüğü, kimi zaman dünyevi adaletin terazisinin hiçbir kefesine sığmaz. Ve mağdurun içinde açılmış o yaraya hiçbir dünyevi hüküm merhem olamaz. Eller kollar bağlanır ve hep bir şey, eksik kalır.
Kişiliği kuvvetli olanlar haksızlığa haksızlıkla karşılık verme acziyle, mazlumken zalim konumuna düşmezler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder