28 Mart 2014 Cuma

şeytan çok kurnaz yöntemler kullanır
Fotoğraf: şeytan çok kurnaz yöntemler kullanır
 
 
 
 
“ALLAH’ım, Senin gücün yeter, halbuki benim yetmez. Sen bilirsin, halbuki ben bilmem”
 
Fotoğraf: “ALLAH’ım, Senin gücün yeter, halbuki benim yetmez. Sen bilirsin, halbuki ben bilmem”
 
 
 
 
 
 
 
Hz MUHAMMEDİMsav getirdiği nur, sebep olunan şey, yani müsebbeb ile sebebin arasını açıyor. Uzaktan bakınca göğü dağa bitişik zanneden bir gözün sahibiyim. Akıl gözüm, aynı şekilde, onun gibi, sonucu sebebe bağlı zannediyor. Sebeple sonucun... beraberce yaratılışını göremeyip, sonucu sebebin yaptığına hükmediyor.

Oysa onun getirdiği nur ile, “esbab”ın sultanı olan insana zor sorular sunuluyor:
“Söyleyin bakalım! Ektiğiniz ekini siz mi bitiriyorsunuz? Yoksa Biz miyiz bitiren? İsteseydik...”
“Söyleyin bakalım! İçtiğiniz suyu buluttan siz mi indiriyorsunuz? Yoksa Biz miyiz indiren? İsteseydik...”
“Söyleyin bakalım! Tutuşturduğunuz ateşin ağacını siz mi var ediyorsunuz? Yoksa Biz miyiz var eden?…”
Böylesi ikazlar eşliğinde, şartlanmaları aşıyorum. Sonucu sebebin elinden alıyorum. İkisini birden RABBimin esmasına teslim ediyorum.
Nasıl etmem ki? Mahlukatın en şereflisi olan RESUL-i EKREM, o kadar sık “Nefsim kudret elinde olan ALLAH’a yemin olsun ki...” dedikten sonra? Bütün nefisler Onun kudret elinde. O “ol” demeden, şu yazı bile doğamıyor.
Fotoğraf: Hz MUHAMMEDİMsav getirdiği nur, sebep olunan şey, yani müsebbeb ile sebebin arasını açıyor. Uzaktan bakınca göğü dağa bitişik zanneden bir gözün sahibiyim. Akıl gözüm, aynı şekilde, onun gibi, sonucu sebebe bağlı zannediyor. Sebeple sonucun beraberce yaratılışını göremeyip, sonucu sebebin yaptığına hükmediyor.

Oysa onun getirdiği nur ile, “esbab”ın sultanı olan insana zor sorular sunuluyor:
“Söyleyin bakalım! Ektiğiniz ekini siz mi bitiriyorsunuz? Yoksa Biz miyiz bitiren? İsteseydik...”
“Söyleyin bakalım! İçtiğiniz suyu buluttan siz mi indiriyorsunuz? Yoksa Biz miyiz indiren? İsteseydik...”
“Söyleyin bakalım! Tutuşturduğunuz ateşin ağacını siz mi var ediyorsunuz? Yoksa Biz miyiz var eden?…”
Böylesi ikazlar eşliğinde, şartlanmaları aşıyorum. Sonucu sebebin elinden alıyorum. İkisini birden RABBimin esmasına teslim ediyorum.
Nasıl etmem ki? Mahlukatın en şereflisi olan RESUL-i EKREM, o kadar sık “Nefsim kudret elinde olan ALLAH’a yemin olsun ki...” dedikten sonra? Bütün nefisler Onun kudret elinde. O “ol” demeden, şu yazı bile doğamıyor.
 
 
 
 
 
 
 
Enes b. Malik şöyle naklediyor: “Bana Cebrail (aleyhisselam) geldi. Avucunda beyaz bir ayna vardı. ‘Bu Cuma namazıdır, RABB’in onu, sana ve senden sonra ümmetine bayram olsun diye, farz kılmıştır.’ dedi. Ben de, ‘Bu günde bizim için ne vardır?’ diye sordum. Şöyle dedi: ‘O günde, pek hayırlı bir vakit vardır. Kim o zaman içinde, kendisi için nasip edilen bir hayrı isterse, ALLAH onu kendisine verir.... Ama istediği şey, kendisi için takdir edilmemişse, ALLAH, ondan daha büyük bir nimeti kendisi için ahirete saklar. Kul kendisi için takdir edilmiş olan bir kötülükten ALLAH’a sığınırsa, ALLAH onu, ondan daha büyüğünden muhafaza buyurur. Cuma günü, meleklerin yanında günlerin en kıymetlisidir. Biz onu, ahirette yevmü’l-mezîd (ikramı çok olan gün) diye anarız.” RASULULLAH (sallallahu aleyhi ve sellem) Cebrail’e “O güne niçin yevmü’l-mezîd denir?” diye sorar. Cebrail (aleyhisselam), “Çünkü Azîz ve Celîl olan RABB’in, cennette beyaz misk ile donatılmış bir vadi hazırlamıştır. Cuma günü olduğunda, İlliyyînden Kürsü makamına iner.” diyerek cumanın çok mühim bir gün olduğuna işaret eder. Hadis şöyle son bulur: “Yüce ALLAH, cuma günü müminler için tecelli buyurur, onlar ALLAHın cemaline nazar ederler.”
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Yine kendisine iyilik yapanları mükafatlandırma, kötülük yapanları da cezalandırma duygusu, kendine bu kadar nimetleri veren Zatın iyilik edenleri mükafatlandıracağı, kötülük edenleri de cezalandıracağı yerlerin olacağına açık bir delildir. Bu açıdan kendini iyi okuyan bir kimse, kendini yaratanı ve Onun özelliklerini de iyi anlar.
Fotoğraf: Yine kendisine iyilik yapanları mükafatlandırma, kötülük yapanları da cezalandırma duygusu, kendine bu kadar nimetleri veren Zatın iyilik edenleri mükafatlandıracağı, kötülük edenleri de cezalandıracağı yerlerin olacağına açık bir delildir. Bu açıdan kendini iyi okuyan bir kimse, kendini yaratanı ve Onun özelliklerini de iyi anlar.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
İnsan oğlu fıtraten/yaratılıştan, her şeyden önce kendini sever ve sevdiklerini de kendisi için sever. Sağlam bir düşünceyle bakıp, kendi menfaatini masaya yatırsa, fani olan sevgililerin bir gün kendisini terk edeceğini ve kendisine hiçbir faydalarının olamayacağını kalbinin cebine koysa, Bâkî olan hakikî sevgili yüce ALLAH’ın yoluna girmesi oldukça kolaylaşacaktır.
Fotoğraf: İnsan oğlu fıtraten/yaratılıştan, her şeyden önce kendini sever ve sevdiklerini de kendisi için sever. Sağlam bir düşünceyle bakıp, kendi menfaatini masaya yatırsa, fani olan sevgililerin bir gün kendisini terk edeceğini ve kendisine hiçbir faydalarının olamayacağını kalbinin cebine koysa, Bâkî olan hakikî sevgili yüce ALLAH’ın yoluna girmesi oldukça kolaylaşacaktır.
 
 
 
 
 
 
 
 
ALLAH’ın bizim ibadetimize ne ihtiyacı var?
"Elcevap: CENAB-ı HAKK senin ibadetine, belki hiçbir şeye muhtaç değil. Fakat sen ibadete muhtaçsın; mânen hastasın."
ALLAH’ın bir şeyi şiddetle istemesi, yani emir ve yasaklar koyması ve bunlar...a şiddetle uyulmasını istemesi, ona muhtaç olduğu anlamına gelmez. Tam aksine ona muhtaç olanlara muhtaçlığını ihtar ve ikaz ettiği anlamına gelir. Yani; ALLAH kendi için değil, insan için imanı ve ibadeti bize emrediyor. Doktorun hastaya şiddetle şu ilacı iç diye ısrar etmesi, kendi ihtiyacı olduğu için değil, hastanın hastalığının ciddiyetinden ve muhtaçlığından dolayıdır.
Fotoğraf: ALLAH’ın bizim ibadetimize ne ihtiyacı var? 
"Elcevap:  CENAB-ı HAKK senin ibadetine, belki hiçbir şeye muhtaç değil. Fakat sen ibadete muhtaçsın; mânen hastasın."
ALLAH’ın bir şeyi şiddetle istemesi, yani emir ve yasaklar koyması ve bunlara şiddetle uyulmasını istemesi, ona muhtaç olduğu anlamına gelmez. Tam aksine ona muhtaç olanlara muhtaçlığını ihtar ve ikaz ettiği anlamına gelir. Yani; ALLAH kendi için değil, insan için imanı ve ibadeti bize emrediyor. Doktorun hastaya şiddetle şu ilacı iç diye ısrar etmesi, kendi ihtiyacı olduğu için değil, hastanın hastalığının ciddiyetinden ve muhtaçlığından dolayıdır.
 
 
 
 
ALLAH’ın varlığına en büyük delillerden biri de intizam hakikatidir. Zira şu kâinatta, sinek kanadından tutun semavatın kandillerine, bir atomdan tutun denizlerin diplerine kadar öyle bir intizam vardır ki intizamı yaratan zatın varlığını güneş gibi gösteriyor.
Evet, intizam ancak bir elden sudur edebilir. Eğer birçok eller bir işe karışırsa, karıştırır.
Fotoğraf: ALLAH’ın varlığına en büyük delillerden biri de intizam hakikatidir. Zira şu kâinatta, sinek kanadından tutun semavatın kandillerine, bir atomdan tutun denizlerin diplerine kadar öyle bir intizam vardır ki intizamı yaratan zatın varlığını güneş gibi gösteriyor.
 Evet, intizam ancak bir elden sudur edebilir. Eğer birçok eller bir işe karışırsa, karıştırır.
 
 
 
 
 
Fotoğraf
 
 
 
 
 
 
 
insanoğlu diğer varlıklara nisbeten çok aciz ve muhtaç yaratılmıştır. İnsan, bu acizliğinin farkına varınca,
her şeye gücü yeten birisine sığınmak durumunda kalacaktır. Başta annesine, sonra babasına ve yakınlarına sığınan insanoğlu,
zamanla onların da muhtaç olduğunu ve başkasına sığındığını farkeder ve yüzünü ALLAH’a çevirir.
Fotoğraf: insanoğlu diğer varlıklara nisbeten çok aciz ve muhtaç yaratılmıştır. İnsan, bu acizliğinin farkına varınca,
 her şeye gücü yeten birisine sığınmak durumunda kalacaktır. Başta annesine, sonra babasına ve yakınlarına sığınan insanoğlu, 
zamanla onların da muhtaç olduğunu ve başkasına sığındığını farkeder ve yüzünü ALLAH’a çevirir.
 
 
 
 
 
 
Fotoğraf
 
 
 
 
 
 
Çocuk ağlaması ile nasıl anne ve babasını kendine çekiyor ise, insan da sonsuz acizlik ve fakirlik damarını ibadet ve kulluk noktasından işletmek ile ALLAH’ın sonsuz merhamet ve şefkatini kendine çekebilir; o halini kendine şefaatçi yapabilir.
Fotoğraf: Çocuk ağlaması ile nasıl anne ve babasını kendine çekiyor ise, insan da sonsuz acizlik ve fakirlik damarını ibadet ve kulluk noktasından işletmek ile ALLAH’ın sonsuz merhamet ve şefkatini kendine çekebilir; o halini kendine şefaatçi yapabilir.
 
 
 
 
 
Fotoğraf
 
 
 
 
 
 
“ Ümmetimin hepsi affa mazhar olacaktır, günahı aleni işleyenler hariç. Kişnin geceleyin işlediği kötü bir ameli ALLAH örtmüştür. Ama, sabah olunca o: ‘Ey falan, bu gece ben şu şu işleri yaptım!’ der. Böylece o, geceleyin ALLAH kendini örtmüş olduğu halde, sabahleyin, üzerindeki ALLAH'ın örtüsünü açar. İşte bu, günahı aleni işlemenin bir çeşididir.”
(Buhari, Edeb 60)
 
 
 
 
 
 
İbadet, CENAB-ı HAKK'ın azamet ve büyüklüğünü, sonsuz mükemmeliğini kusursuzluğunu anlama ve ilan etme; hadsiz lütuf ve ihsanına şükür ve hamd etmektir. İnsan, hakiki insaniyet mertebesine ancak ibadet ile çıkabilir. Zira, ibadet insanın hayvanî arzularını kayıt altına alır. Onu RABBine yaklaştırır. Ruhunu ulvi hedeflere yükseltir, kalbini temizler. İnsanı yüksek ahlâk ve güzel seciye sahibi kılar.
Fotoğraf: İbadet, CENAB-ı HAKK'ın azamet ve büyüklüğünü, sonsuz mükemmeliğini kusursuzluğunu anlama ve ilan etme; hadsiz lütuf ve ihsanına şükür ve hamd etmektir. İnsan, hakiki insaniyet mertebesine ancak ibadet ile çıkabilir. Zira, ibadet insanın hayvanî arzularını kayıt altına alır. Onu RABBine yaklaştırır. Ruhunu ulvi hedeflere yükseltir, kalbini temizler. İnsanı yüksek ahlâk ve güzel seciye sahibi kılar.
 
 
 
 
 
Bilindiği gibi, âmirinin verdiği vazifeleri yapmayan bir memur, ona karşı önce mahcubiyet duyar. Eğer itaatsizliğe devam ederse sonunda bu mahcubiyet yerini bir nevi düşmanlığa, isyana terkeder. Aynen bu misâl gibi insan da, Yaratıcı'sının ...emir buyurduğu kulluk vazifelerini terk ettiğinde önce sıkılır, mahcup olur. Günaha devam ede ede, kalbinden RABBine karşı muhabbet ve korku silinir, yerini kin ve düşmanlığa terkeder. İsyanda ısrar ettikçe ibadetten nefret etmeye başlar. Kadere itiraz eder, CENAB-ı HAKK'ın rahmetini yargılamaya başlar. Yaptığı isyanları savunmaya başlar.
Fotoğraf: Bilindiği gibi, âmirinin verdiği vazifeleri yapmayan bir memur, ona karşı önce mahcubiyet duyar. Eğer itaatsizliğe devam ederse sonunda bu mahcubiyet yerini bir nevi düşmanlığa, isyana terkeder. Aynen bu misâl gibi insan da, Yaratıcı'sının emir buyurduğu kulluk vazifelerini terk ettiğinde önce sıkılır, mahcup olur. Günaha devam ede ede, kalbinden RABBine karşı muhabbet ve korku silinir, yerini kin ve düşmanlığa terkeder. İsyanda ısrar ettikçe ibadetten nefret etmeye başlar. Kadere itiraz eder, CENAB-ı HAKK'ın rahmetini yargılamaya başlar. Yaptığı isyanları savunmaya başlar.
 
 
 
 
CENAB-ı HAKK'ın görünmemesi “şiddet-i zuhurundan ve zıddının yokluğundandır.”
Meselâ, atmosferin küremizi her yandan kuşatması gibi güneşin de bütün uzay âlemini cismi ile kuşattığını farzetsek, o zaman güneşi göz ile görmek mümkün olmaz. ...Artık güneş şiddet-i zuhurundan görünmez olur. Hem gece gibi bir zıddı da olmadığı için zıddının yokluğundan güneş görülemez. Bununla beraber ziyâsıyla her yerde hazır ve nazır olan o güneşin varlığını inkâr etmek de büyük bir cehalet olur.
Bu misâlin ışığında bir derece bakılabilir
Fotoğraf: CENAB-ı HAKK'ın görünmemesi “şiddet-i zuhurundan ve zıddının yokluğundandır.” 
Meselâ, atmosferin küremizi her yandan kuşatması gibi güneşin de bütün uzay âlemini cismi ile kuşattığını farzetsek, o zaman güneşi göz ile görmek mümkün olmaz. Artık güneş şiddet-i zuhurundan görünmez olur. Hem gece gibi bir zıddı da olmadığı için zıddının yokluğundan güneş görülemez. Bununla beraber ziyâsıyla her yerde hazır ve nazır olan o güneşin varlığını inkâr etmek de büyük bir cehalet olur.
 Bu misâlin ışığında bir derece bakılabilir
 
 
 
 
 
Bir insan, ruh ve dimağını dünyada ne ile doldurduysa, neyin peşinde koşuyorsa, neyi aziz tuttuysa, neyi gönlünde en mutena yere oturttuysa, buradan göçüp giderken de öyle gidecektir. Tıpkı uyuyan bir insanın, şuuraltı müktesebatının tesiri...nde konuşup düşünmesi ve ona göre hareket etmesi gibi, ahirette o, bu kazanımıyla yeni bir varlığa erecektir. Evet, burada ruh âlemine ait mekanizmalar nelerle teçhiz edilmişse, öteye de onlarla gidilecektir.
Fotoğraf: Bir insan, ruh ve dimağını dünyada ne ile doldurduysa, neyin peşinde koşuyorsa, neyi aziz tuttuysa, neyi gönlünde en mutena yere oturttuysa, buradan göçüp giderken de öyle gidecektir. Tıpkı uyuyan bir insanın, şuuraltı müktesebatının tesirinde konuşup düşünmesi ve ona göre hareket etmesi gibi, ahirette o, bu kazanımıyla yeni bir varlığa erecektir. Evet, burada ruh âlemine ait mekanizmalar nelerle teçhiz edilmişse, öteye de onlarla gidilecektir.
 
 
 
 
 
 
 
CENAB-ı HAKK, bu dünyayı kudsî sıfatlarına ve esmâ-i hüsnâsına bir tecelligâh kılmış, ilmini, san'atını, maharetini ve hikmetini onda göstermiştir. Dünyayı, insanın ebedî hayatı için bir çiftlik, kabiliyetlerin gelişmesi için bir imtihan meydanı, İlâhî sanatların düşünülmesi için bir sergi salonu olarak yaratmıştır.
Fotoğraf: CENAB-ı HAKK, bu dünyayı kudsî sıfatlarına ve esmâ-i hüsnâsına bir tecelligâh kılmış, ilmini, san'atını, maharetini ve hikmetini onda göstermiştir. Dünyayı, insanın ebedî hayatı için bir çiftlik, kabiliyetlerin gelişmesi için bir imtihan meydanı, İlâhî sanatların düşünülmesi için bir sergi salonu olarak yaratmıştır.
 
 
 
 
 
 
 
 
Azim ile hırsın farkı, ibadet ve marifet ile ölçülür. Yani hırs insanı harama götürürken, azim harama götürmez, bilakis marifet ve helale daha da şevklendirir. Nasıl tutumlu olmanın alt sınırı mali ibadetler ise, azmin sınırı da gaflet ve ...haramlardır. Bir şeye olan istek ve gayret helal sınırını aşıyor, harama gidiyor ise, o şey azim olmaktan çıkıp menfi olan hırs sınırına girmiş demektir.

Hırs ile hareket eden adam maksada ulaşmada haram ve helale dikkat etmez, onun için önemli olan maksada ulaşmaktır. Azimde durum aksinedir. Maksada ulaşmada sadece helal noktasında hırs gösterir. Hırs ile azim zahirde birbirine çok yakın olduğu için, böyle bir hat çizmek mecburidir. Yani bir kişinin hırsla mı, yoksa azimle mi hareket ettiğini ancak helal ve haram parametresi ile ölçebiliriz
Fotoğraf: Azim ile hırsın farkı, ibadet ve marifet ile ölçülür. Yani hırs insanı harama götürürken, azim harama götürmez, bilakis marifet ve helale daha da şevklendirir. Nasıl tutumlu olmanın  alt sınırı mali ibadetler ise, azmin sınırı da gaflet ve haramlardır. Bir şeye olan istek ve gayret helal sınırını aşıyor, harama gidiyor ise, o şey azim olmaktan çıkıp menfi olan hırs sınırına girmiş demektir.

Hırs ile hareket eden adam maksada ulaşmada haram ve helale dikkat etmez, onun için önemli olan maksada ulaşmaktır. Azimde durum aksinedir. Maksada ulaşmada sadece helal noktasında hırs gösterir. Hırs ile azim zahirde birbirine çok yakın olduğu için, böyle bir hat çizmek mecburidir. Yani bir kişinin hırsla mı, yoksa azimle mi hareket ettiğini ancak helal ve haram parametresi ile ölçebiliriz.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Gökyüzünün şehadet kelimeleri olan Yılızlar
Yıldızların sakinleri olan
Melekler şahit olsunki senden başka ilah tanımıyoruz ilah olma noktasında hiç birşeyi hiçkimseyi sana denk tutmuyoruz
bunu bütün şahitlerin huzurunda bir kez daha tekrarlıyoruz
Şahit olarak ALLAH yeter
Bizide şahitlerinden yaz
Varlıgın şahitlerinden yaz ve ölünceye kadar şahitlerinden yaz
Fotoğraf: Gökyüzünün şehadet kelimeleri olan Yılızlar 
Yıldızların sakinleri olan 
Melekler şahit olsunki senden başka ilah tanımıyoruz ilah olma noktasında hiç birşeyi hiçkimseyi sana denk tutmuyoruz 
bunu bütün şahitlerin huzurunda bir kez daha tekrarlıyoruz
Şahit olarak ALLAH yeter 
Bizide şahitlerinden yaz
Varlıgın şahitlerinden yaz ve ölünceye kadar şahitlerinden yaz
 
 
 
 
Fotoğraf
 
 
Kafirin küfrü ile İzzet-i İlahiyeye dokunması, onu inkar edip onun doğru dediğine eğri demesidir. Evet, küfrün mahiyetinde ALLAH’a bir meydan okuma ve onu tahkir etme manası vardır ki, ALLAH’ın bu ağır suçu görmezden gelip cezalandırmaması mümkün ve kabil değildir.
 
 
 
 
 
 
 
"ALLAH'ın iyi kulları öyle kimselerdir ki, onları görenler ALLAH'ı hatırlarlar. En kötüleri de, söz taşıyarak dostların arasını açıp, onları birbirinden ayıran ve iyi kimseleri suçlayanlardır."
Fotoğraf: "ALLAH'ın iyi kulları öyle kimselerdir ki, onları görenler ALLAH'ı hatırlarlar. En kötüleri de, söz taşıyarak dostların arasını açıp, onları birbirinden ayıran ve iyi kimseleri suçlayanlardır."
 
 
 
 
 
İnsan, etrafına bakıyor; dağlar, ovalar, nehirler, güneş gibi unsurlar milyonlarca yıldır aynı ve değişmiyorlar. Nefiste de, muhakemeden çok, hissiyat galip olduğu için, bu etrafındaki sabitlik ve devamlılığı kendi üstüne alıp, kendinin de ...devamlı ve sabit olduğu hükmüne varıyor. Böyle anladığı için de, daha çok, bütün eşyanın ölümü olan kıyametten korkuyor. Halbuki kendi kıyameti yanı başında onu gözlüyor.

Güya kıyamet vaktine erişecekmiş gibi kıyametten korkup ürküyor. Bu, nefsin önemli bir manevi hastalığıdır. İnsanları dalalet ve gaflete iten en önemli faktör bu hissi yanılgıdır.
Fotoğraf: İnsan, etrafına bakıyor; dağlar, ovalar, nehirler, güneş gibi unsurlar milyonlarca yıldır aynı ve değişmiyorlar. Nefiste de, muhakemeden çok, hissiyat galip olduğu için, bu etrafındaki sabitlik ve devamlılığı kendi üstüne alıp, kendinin de devamlı ve sabit olduğu hükmüne varıyor. Böyle anladığı için de, daha çok, bütün eşyanın ölümü olan kıyametten korkuyor. Halbuki kendi kıyameti yanı başında onu gözlüyor.

Güya kıyamet vaktine erişecekmiş gibi kıyametten korkup ürküyor. Bu, nefsin önemli bir manevi hastalığıdır. İnsanları dalalet ve gaflete iten en önemli faktör bu hissi yanılgıdır.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Bir kayısı çekirdeği nasıl toprak altında çürüdükten sonra içinden kaysı ağacı çıkıp yeni ve farklı bir hayat formatı şekline dönüşüyor ise, aynı şekilde insanın şu dünyevi bedeni ve cesedi de, aynı kayısı çekirdeği gibi ölümle çürüyüp yeni ve ikinci bir hayata kaynaklık ve çekirdeklik ediyor. İnsan kabre girmekle yok olup gitmiyor, daimi ve ebedi ahiret hayatına yelken açıyor.
Fotoğraf: Bir kayısı çekirdeği nasıl toprak altında çürüdükten sonra içinden kaysı ağacı çıkıp yeni ve farklı bir hayat formatı şekline dönüşüyor ise, aynı şekilde insanın şu dünyevi bedeni ve cesedi de, aynı kayısı çekirdeği gibi ölümle çürüyüp yeni ve ikinci bir hayata kaynaklık ve çekirdeklik ediyor. İnsan kabre girmekle yok olup gitmiyor, daimi ve ebedi ahiret hayatına yelken açıyor.
 
 
 
 
 
 
“Kişinin kendi (Müslüman) kardeşine kâfir demesi, onu öldürmek gibidir.”
"Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedi kalacağı cehennemdir," ayetinin açıklaması.
Fotoğraf: “Kişinin kendi (Müslüman) kardeşine kâfir demesi, onu öldürmek gibidir.”
"Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedi kalacağı cehennemdir," ayetinin açıklaması.
 
 
 
Tefekkür nedir?

Her şey üstünde ALLAH’ın isim ve sıfatlarının nakışlarını ve tecellilerini görüp okumak ve bunları marifet ve muhabbette vasıta yapmak, tefekkürü diğer düşüncelerden ayırıyor.

tefekkür ne değildir?
...
İnsanın felsefi bir nazar ile kainatı incelemesi ve hayretler içinde kalması, İslam dilindeki tefekkür değildir. Tefekkür kuru bir düşünce değil; içinde marifet, muhabbet ve ibadetin de bulunduğu kapsamlı bir terimdir. Bu kıvamdaki bir tefekkür, hem imanı, hem ibadeti, hem düşünceyi, hem de ahlakı inkişaf ettirir.
Fotoğraf: Tefekkür nedir?

Her şey üstünde ALLAH’ın isim ve sıfatlarının nakışlarını ve tecellilerini görüp okumak ve bunları marifet ve muhabbette vasıta yapmak, tefekkürü diğer düşüncelerden ayırıyor. 

tefekkür ne değildir?

İnsanın felsefi bir nazar ile kainatı incelemesi ve hayretler içinde kalması, İslam dilindeki tefekkür değildir. Tefekkür kuru bir düşünce değil; içinde marifet, muhabbet ve ibadetin de bulunduğu kapsamlı bir terimdir. Bu kıvamdaki bir tefekkür, hem imanı, hem ibadeti, hem düşünceyi, hem de ahlakı inkişaf ettirir.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Nasıl öğrenci için açılan bir okula, öğrencinin gitmemesi, okulun maksadını boşa çıkarmak ise insanın marifet ve muhabbeti için dizayn edilmiş şu kainatı küfür ile görmezden gelmesi de aynı şekilde kainatın maksadını boşa çıkarmak ve onun h...ukukuna bir tecavüzdür bir cinayettir.

Özet olarak; küfür ve şirk bir cihetle kamu suçudur, öyle ise ALLAH’ın kafire kainat adına kamu davası açması ve cezalandırması gayet makul ve mantıklı ve cinayetinin bedelini ödetmesi gayet adalet ve hikmettir.
Fotoğraf: Nasıl öğrenci için açılan bir okula, öğrencinin gitmemesi, okulun maksadını boşa çıkarmak ise insanın marifet ve muhabbeti için dizayn edilmiş şu kainatı küfür ile görmezden gelmesi de aynı şekilde kainatın maksadını boşa çıkarmak ve onun hukukuna bir tecavüzdür bir cinayettir.

Özet olarak; küfür ve şirk bir cihetle kamu suçudur, öyle ise ALLAH’ın kafire kainat adına kamu davası açması ve cezalandırması gayet makul ve mantıklı ve cinayetinin bedelini ödetmesi gayet adalet ve hikmettir.
 
 
 
 
 
“İki Müslüman birbirine kılıç çekerse, öldüren de öldürülen de cehenneme gider.” mealindeki hadiste, katil ve maktulden “iki Müslüman” diye söz edilmesi, onların kâfir olmadıklarının belgesidir. Cehenneme girmeleri, kâfir olduklarından ötür...ü değil, işledikleri suçtan dolayıdır.

Bununla beraber, “öldüren de öldürülen de cehenneme gider” manası, onların adalet kanununa göre cehennemi hak ettikleri anlamındadır. ALLAH dilerse, onları cehenneme koyar, her biri kendi suçuna göre bir süre kaldıktan sonra onları çıkarır ve cennete koyar; dilerse başta affeder, hiç cehenneme koymaz. Ehl-i sünnetin görüşü budur
Fotoğraf: “İki Müslüman birbirine kılıç çekerse, öldüren de öldürülen de cehenneme gider.” mealindeki hadiste, katil ve maktulden “iki Müslüman” diye söz edilmesi, onların kâfir olmadıklarının belgesidir. Cehenneme girmeleri, kâfir olduklarından ötürü değil, işledikleri suçtan dolayıdır. 

Bununla beraber, “öldüren de öldürülen de cehenneme gider” manası, onların adalet kanununa göre cehennemi hak ettikleri anlamındadır. ALLAH dilerse, onları cehenneme koyar, her biri kendi suçuna göre bir süre kaldıktan sonra onları çıkarır ve cennete koyar; dilerse başta affeder, hiç cehenneme koymaz. Ehl-i sünnetin görüşü budur
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder