Nefsin kendinden haberi yoktur; ölümü düşünse, başkasına vermekte; fenâyı, zevâli ve yokluğu görse, kendi üzerine almamaktadır. Külfet, hizmet ve ibâdet makâmında, yani ALLAH’ın emirlerine muhatap olma makâmında da, nefis kendini unutmuştur. Nefis, kendini ALLAH’ın emirlerine muhatap saymamaktadır.
Fakat ücret almaya ve lezzetlerden istifâde etmeye gelince öne atılmakta ve şiddetle istemektedir. Yani lezzetlerde nefis kendini unutmamaktadır. İşte, nefs-i emmâre budur. Nefsin bu vahim hâline, “ALLAH’ı unutup da, ALLAH’ın da nefislerini kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkmış kimselerdir.” âyeti işâret etmektedir.
Fakat ücret almaya ve lezzetlerden istifâde etmeye gelince öne atılmakta ve şiddetle istemektedir. Yani lezzetlerde nefis kendini unutmamaktadır. İşte, nefs-i emmâre budur. Nefsin bu vahim hâline, “ALLAH’ı unutup da, ALLAH’ın da nefislerini kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkmış kimselerdir.” âyeti işâret etmektedir.
İnsan nefsini sever. başka her şeyi nefsine fedâ eder. Hattâ Mâbuda lâyık bir tarzda nefsini metheder, nefsini ayıplardan uzak görür. Elden geldiği kadar kusurları kendine lâyık görmez ve kabul etmez. Kendini şiddetle müdafaa eder.
Nefis, varlığında yokluk; yokluğunda varlık bulunduğunu bilmelidir.
Yani nefis şahsî varlığına güvenip, Cenâb-ı HAKKtan gaflet etse, yıldız böceği gibi şahsî ışıkçığı ile, sonsuz bir yokluk ve ayrılık karanlığı içinde boğulur gider. Fakat enâniyeti bırakıp, nefsin bir hiç olduğunu; nefsin ancak Mûcid-i Hakîkî’nin bir tecellî âyinesinden ibâret olduğunu gördüğü anda, bütün varlıklar âlemini ve sonsuz bir vücudu kazanır! Zîrâ, isimlerinin cilvelerine bütün varlıkların mazhar olduğu Cenâb-ı HAKK’ı bulan bir kalp, her şeyi bulmuş olur
Yani nefis şahsî varlığına güvenip, Cenâb-ı HAKKtan gaflet etse, yıldız böceği gibi şahsî ışıkçığı ile, sonsuz bir yokluk ve ayrılık karanlığı içinde boğulur gider. Fakat enâniyeti bırakıp, nefsin bir hiç olduğunu; nefsin ancak Mûcid-i Hakîkî’nin bir tecellî âyinesinden ibâret olduğunu gördüğü anda, bütün varlıklar âlemini ve sonsuz bir vücudu kazanır! Zîrâ, isimlerinin cilvelerine bütün varlıkların mazhar olduğu Cenâb-ı HAKK’ı bulan bir kalp, her şeyi bulmuş olur
Yapısı gereği kendini hür ve serbest gören nefis, kendi haline bırakıldığında insanın başına getiremediği kötülük yoktur. Nefis her şeyi kendi hesabına göre değerlendirir. Hoşlandığı şeye kendisini tamamen verir. Kendini hatasız zanneder, hizmetten daima kaçar.
“Nefis, gafletle kusurunu, aczini, fakrını göremez ve görmek istemez.
Hem ne kadar musibetlere hedef olduğunu, çabuk bozulur, dağılır et ve kemikten ibaret olduğunu düşünmez adeta çelikten bir vücudu var gibi kendini ölümsüz olduğunu düşünür.”
Nefis terbiyesinde Kur’an ve iman hakikatleri ve ibadetlerle ve günahlardan kaçınmakla ve sünnet-i seniyeye uymakla terbiye etme yoluna gidilmelidir. Nefis terbiye edildiği zaman safiyet kazanır güzel sıfatların derecesine yükselebilir ve kişi dünya ve ahirette mutlu ve huzurlu yaşar
İnsanlar manaları çeşitli şekillerde alırlar. Manalar hadisat ve suretle gelirse gözde ve hayalde soyunur, sesle gelirse kulakta soyunur, kalbe çıplak olarak girerler.
İnsanın hayali suretlerin ve şekillerin dokuma ve imal merkezidir. İnsanın hayali ne kadar güzel, zengin ve ulvi şeylerle meşgul olursa; manalar o kadar nezih ve mükemmel bir şekilde muhataba akseder. Bazen insanın hayalinde bazı sebeplerden dolayı çirkin, mülevves, pis ve murdar şeyler bulunabilir.
Kalp’teki ulvi manalar çıplak çıkmazlar. Mutlaka hayalde kendilerine layık libası giyerler, öylece çıkarlar. İşte bu yüksek manalar hayalden geçerken pis ve murdar olan suretlere dokunabilir, yakınlaşabilir, yan yana bulunabilir. Vesveseli adam, bu yakınlaşmayı ve teması sanki manalar o libasları giyiyormuş zannederek şüpheye düşer.
Kalp’ten çıkan bu yüksek ve ulvi manalarla, hayalde dokunan murdar ve pis suretlerin; birbirine yakınlığının izahını yapamadığından dolayı, iki zıttı birbirine karıştırarak kalbinin ve maneviyatının bozulduğunu zanneder, tehlikeye düşer.
Hâlbuki pis bir delikten semanın yıldızlarına bakan bir adamın, ne kendisine ne de baktığı yıldızlara o pis deliğin pisliği bulaşmadığı gibi, ulvi manalarla hayaldeki çirkin suretlerin yakınlığı manalara ve hakikatlere zarar vermez.
İnsanın hayali suretlerin ve şekillerin dokuma ve imal merkezidir. İnsanın hayali ne kadar güzel, zengin ve ulvi şeylerle meşgul olursa; manalar o kadar nezih ve mükemmel bir şekilde muhataba akseder. Bazen insanın hayalinde bazı sebeplerden dolayı çirkin, mülevves, pis ve murdar şeyler bulunabilir.
Kalp’teki ulvi manalar çıplak çıkmazlar. Mutlaka hayalde kendilerine layık libası giyerler, öylece çıkarlar. İşte bu yüksek manalar hayalden geçerken pis ve murdar olan suretlere dokunabilir, yakınlaşabilir, yan yana bulunabilir. Vesveseli adam, bu yakınlaşmayı ve teması sanki manalar o libasları giyiyormuş zannederek şüpheye düşer.
Kalp’ten çıkan bu yüksek ve ulvi manalarla, hayalde dokunan murdar ve pis suretlerin; birbirine yakınlığının izahını yapamadığından dolayı, iki zıttı birbirine karıştırarak kalbinin ve maneviyatının bozulduğunu zanneder, tehlikeye düşer.
Hâlbuki pis bir delikten semanın yıldızlarına bakan bir adamın, ne kendisine ne de baktığı yıldızlara o pis deliğin pisliği bulaşmadığı gibi, ulvi manalarla hayaldeki çirkin suretlerin yakınlığı manalara ve hakikatlere zarar vermez.
Vesvese, adında anlaşılacağı üzere, insanın zihnine istem dışı şeytanın telkini ile gelen bir takım kuruntu ve vehimlerden ibarettir. Bunların zihinden, hayalden hatta tefekkürden geçmesi, yani düşünülüp tasavvur edilmesi bir hüküm ifade etmez; imana da bir zararı dokunmaz. Vesvesenin tek zararı, insanın bu vesveseyi kendi kalbinden zannedip zarara düştüm zannıdır. Bunun dışında vesvese ve vehmin imana da takvaya da bir zararı yoktur.
hizmetlerden geri durmamak, öne atılmak. Her an ölümü beklemek ve hazırlanmak.
Böylece nefis kendisinin “fakr” içinde olduğunu unutmaz. Bu idrâk onu Allah’ın Rahmân ismine ulaştırır. Yani nefis kendi fakirliğini bilmekle birlikte, daha dehşetli bir fakirlik olan ölümün her an kapıda olduğunu hissederek, hizmetlere atılır ve ibâdetlerde ön safta yer alırsa; Rahmân ismi o nefsi kucaklar, ihâta eder, şefkat eder, nîmetlerini bollaştırır, bereketini artırır, hadsiz sevaplar verir; ölümden sonra da o nefsi fakir ve yoksul bırakmaz. O nefse rahmet eder.
Böylece nefis kendisinin “fakr” içinde olduğunu unutmaz. Bu idrâk onu Allah’ın Rahmân ismine ulaştırır. Yani nefis kendi fakirliğini bilmekle birlikte, daha dehşetli bir fakirlik olan ölümün her an kapıda olduğunu hissederek, hizmetlere atılır ve ibâdetlerde ön safta yer alırsa; Rahmân ismi o nefsi kucaklar, ihâta eder, şefkat eder, nîmetlerini bollaştırır, bereketini artırır, hadsiz sevaplar verir; ölümden sonra da o nefsi fakir ve yoksul bırakmaz. O nefse rahmet eder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder