“De ki: Ey Rabbim! Şeytanların vesveselerinden ve yanımda bulunmalarından Sana sığınırım.” (Mü’minûn, 23:97-98)
Resûl-i Ekrem (sav): "Yolculukta insan devesini zayıflattığı gibi, mü'min de şeytanını zayıflatabilir"
İnsandan şeytanı kaçıran ve uzaklaştıran iki şey vardır:
Birincisi: Şeytanın şerrinden ALLAHa sığınmak,
İkincisi: ALLAHı zikretmek…
Birincisi: Şeytanın şerrinden ALLAHa sığınmak,
İkincisi: ALLAHı zikretmek…
Yüce ALLAH buyurdu: “Şeytanın ALLAH’a inanıp tevekkül edene ve ALLAHa sığınana hiçbir gücü ve üstünlüğü yoktur. Onu şirke düşürerek yoldan çıkaramaz. Onun gücü ve hükmü ancak ALLAH’a şirk koşana ve işi şeytana bırakanlara geçer.” (Nahl, 16:99:100)
şeytanın hiç bir gücü yoktur
Şeytanın insan üzerinde zorlayıcı bir gücü yoktur. O yalnızca insanları davet eder. Bu davete uyan insanın kendisidir. Yani insan bir vicdansızlık yaptığında, bunun sorumluluğunu şeytana yükleyip bırakamaz. Asıl kınaması gereken şeytana uyan nefsidir. Şeytan bu gerçeği ahirette kendisini suçlayan inkarcılara karşı şöyle bildirecektir:
...Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu, yalnızca sizi çağırdım, siz de bana icabet ettiniz. Öyleyse beni kınamayın, siz kendinizi kınayın. (İbrahim Suresi, 22)
“Kur’an okumak istediğin zaman ‘Eûzü billahi mine’ş-Şeytani’r-racîm’ deyiniz. Lâin iblise ALLAHa sığınmaktan daha ağır ve zor bir şey yoktur.”
Ebu Hüreyre anlatıyor:
"Bir gün bir mü'minin şeytanı ile bir kâfirin şeytanı karşılaşırlar. Kâfirin şeytanı yağlı, semiz, parlak ve temizdir. Mü'minin şeytanı ise, zayıf, pis, kirli ve çıplaktır. Kâfirin şeytanı, mü'minin şeytanına:
— Bu ne hâl? diye sorar. Mü'minin şeytanı:
— Ne yapayım, bir adama düştüm ki, adam yiyeceği zaman besmeleyi okur, ben aç kalırım. İçeceği zaman besmeleyi okur, ben susuz kalırım. Giydiği zaman elbiseyi besmele ile giyer, çıplak kalırım. Temizlendiği zaman besmele ile temizlenir, ben de pis kalırım, der. Bunun üzerine kâfirin şeytanı da:
— Ben öyle bir adam ile arkadaşım ki bunlardan hiçbirisine besmele getirmez. Yemesinde, içmesinde ve giymesinde ben kendisine ortak olurum, der." (Gazalî, İhyâ, III).
"Bir gün bir mü'minin şeytanı ile bir kâfirin şeytanı karşılaşırlar. Kâfirin şeytanı yağlı, semiz, parlak ve temizdir. Mü'minin şeytanı ise, zayıf, pis, kirli ve çıplaktır. Kâfirin şeytanı, mü'minin şeytanına:
— Bu ne hâl? diye sorar. Mü'minin şeytanı:
— Ne yapayım, bir adama düştüm ki, adam yiyeceği zaman besmeleyi okur, ben aç kalırım. İçeceği zaman besmeleyi okur, ben susuz kalırım. Giydiği zaman elbiseyi besmele ile giyer, çıplak kalırım. Temizlendiği zaman besmele ile temizlenir, ben de pis kalırım, der. Bunun üzerine kâfirin şeytanı da:
— Ben öyle bir adam ile arkadaşım ki bunlardan hiçbirisine besmele getirmez. Yemesinde, içmesinde ve giymesinde ben kendisine ortak olurum, der." (Gazalî, İhyâ, III).
Şeytani düşüncelerin sınıfı ve sınırı yoktur. O her şeye karışmak, her şeyi bulandırmak ister ve kendisine uyduğumuz şeyler küçük de olsa bunlardan memnun olur. Çünkü onun ileriye dönük yatırımları vardır ve bunun daha büyüklerini yaptırmayı planladığı için önce ufaktan ufağa bizleri yoklar. Birinci günahı işlettiği zaman büyük bir zafer kazanmış gibi sevinerek çığlık atar. Zira şeytanın çağırdığı birinci basamağa çıkan ikinciye daha kolay ve daha rahat çıkacaktır.
Behlül-i Dânâ bir gün Bağdât sokaklarından birinde giderken, oynayan çocuklar gördü. Çocuklardan biri ise bir köşeye çekilmiş onlara bakıyor ve ağlıyordu. Behlül-i Dânâ o çocuğun yanına gitti ve;
"Ey çocuk niçin ağlıyorsun? Gel sana bir şeyler alayım da sen de arkadaşlarınla oyna." dedi ve çocuğun başını okşadı.
Çocuk bakışlarını Behlül'e çevirdi ve;
"Ey aklı az adam! Biz oyun için yaratılmadık." dedi.
Behlül bu söze şaştı ve çocuğa;
"Ey oğlum! Peki niçin yaratıldık." diye sordu.
Çocuk;
"ALLAHÜ TEALAyı bilmek ve O'na ibâdet etmek için." dedi.
Behlül hazretleri;
"Peki bunun öyle olduğunu nereden biliyorsun?" diye sordu.
Çocuk, Mü'minûn sûresinin 115. âyet-i kerîmesini okuyuverdi. Meâlen; "Sizi ancak boşuna yarattığımı ve gerçekten bize döndürülmeyeceğinizi mi zannettiniz?"
Hazret-i Behlül tekrar;
"Ey çocuk. Sen hakîmâne konuştun. Bana biraz daha nasîhat et." dedi ve ağlamaya başladı. Kendinden geçmişti.
Kendine geldiğinde çocuğa;
"Ey oğlum! Senin günâhın yok. Sen bir çocuksun. Nasıl oluyor da böyle düşünebiliyorsun?" diye sordu.
Çocuk da;
"Ey Behlül! Babamı ateş yakarken gördüm. İri odunları küçük çırpılarla tutuşturuyordu. Ben de Cehennem'in yanan küçük odunlarından olacağımdan korkuyorum." dedi.
Bu sözler üzerine Behlül-i Dânâ hazretleri tekrar ağladı. Kendinden geçti. Kendine geldiğinde çocuğu yanında göremedi. Oradakilere bu çocuğun kim olduğunu sordu.
Onlar;
"Tanımadın mı?" dediler.
Behlül;
"Hayır." deyince, onlar;
"Bu, hazret-i Hüseyin evlâdından seyyid bir çocuktur." dediler.
Behlül de; "Ancak böyle bir ağacın meyvesi bu kadar olgun olabilirdi." deyip oradan ayrıldı.
"Ey çocuk niçin ağlıyorsun? Gel sana bir şeyler alayım da sen de arkadaşlarınla oyna." dedi ve çocuğun başını okşadı.
Çocuk bakışlarını Behlül'e çevirdi ve;
"Ey aklı az adam! Biz oyun için yaratılmadık." dedi.
Behlül bu söze şaştı ve çocuğa;
"Ey oğlum! Peki niçin yaratıldık." diye sordu.
Çocuk;
"ALLAHÜ TEALAyı bilmek ve O'na ibâdet etmek için." dedi.
Behlül hazretleri;
"Peki bunun öyle olduğunu nereden biliyorsun?" diye sordu.
Çocuk, Mü'minûn sûresinin 115. âyet-i kerîmesini okuyuverdi. Meâlen; "Sizi ancak boşuna yarattığımı ve gerçekten bize döndürülmeyeceğinizi mi zannettiniz?"
Hazret-i Behlül tekrar;
"Ey çocuk. Sen hakîmâne konuştun. Bana biraz daha nasîhat et." dedi ve ağlamaya başladı. Kendinden geçmişti.
Kendine geldiğinde çocuğa;
"Ey oğlum! Senin günâhın yok. Sen bir çocuksun. Nasıl oluyor da böyle düşünebiliyorsun?" diye sordu.
Çocuk da;
"Ey Behlül! Babamı ateş yakarken gördüm. İri odunları küçük çırpılarla tutuşturuyordu. Ben de Cehennem'in yanan küçük odunlarından olacağımdan korkuyorum." dedi.
Bu sözler üzerine Behlül-i Dânâ hazretleri tekrar ağladı. Kendinden geçti. Kendine geldiğinde çocuğu yanında göremedi. Oradakilere bu çocuğun kim olduğunu sordu.
Onlar;
"Tanımadın mı?" dediler.
Behlül;
"Hayır." deyince, onlar;
"Bu, hazret-i Hüseyin evlâdından seyyid bir çocuktur." dediler.
Behlül de; "Ancak böyle bir ağacın meyvesi bu kadar olgun olabilirdi." deyip oradan ayrıldı.
Ey Dâfi’ü Kerîm! Zorluklarımızı kolaylıklara, darlıklarımızı genişliklere, korkularımızı umutlara, dertlerimizi devâlara, musîbetlerimizi rahmetlere, hastalıklarımızı âfiyetlere, seyyiâtımızı hasenata tebdil eyle! Aczimizi kudretine, zaafımızı kuvvetine, fakrımızı gınana şefaatçi kıl! Bizi emrettiğin gibi dosdoğru istikametten ayırma! Âmin!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder