"Hem insan, nihayetsiz(sonsuz)acziyle nihayetsiz beliyyâta(belalar)maruz
ve hadsiz âdânın(düşmanlar)hücumuna müptelâ;
ve nihayetsiz fakrıyla beraber nihayetsiz hâcâta(ihtiyaçlar)giriftar
ve nihayetsiz metâlibe(istekler)muhtaç olduğundan,
vazife-i asliye-i fıtriyesi, imandan sonra, duadır.
Dua ise, esas-ı ubûdiyettir."
Fakr: Fakirlik;
insanın zerreden güneşe kadar
nihayetsiz ihtiyaçlara müptela
ve kainatta her şeye muhtaç olması demektir.
Yani insan fıtrat olarak kainatta her şeye
muhtaç olarak yaratılmıştır.
İnsan hayatının devamı
bütün kainat çarklarının işlemesine bakar;
böyle olunca insan kainattaki her şeye
muhtaç olarak yaratılmış olduğu sabit olur.
İşte insan bu sonsuz ihtiyacından dolayı fakirdir.ALLAH bu fakirlik durumunu insana her ihtiyacında,
ihtiyacı olmayan ALLAH’ı bulması için vermiştir.
Yani nereye bakarsa,
hangi şeye ihtiyaç duyarsa,
orada fakirlik penceresi ile fakir olmayan ALLAH’ı bulabilir.
İşte insan fakirlik penceresinden
ALLAH’ı görüp bulamaz ise, fakirlik insanın başına tam bir bela ve acı kaynağı olur.
İnsan her ihtiyacı için sebeplere dilencilik eder
ve onların merhametsiz yüzünde azap bulur.
Acaba güneş bugün doğacak mı dese yeridir,
zira tesadüf ve sebeplere tapan birisi için durum böyledir.
Acz:
Kendi ihtiyaçlarını karşılayamayacak kadar zayıf
ve iktidardan yoksun anlamında kullanılmıştır.
Yani ihtiyaçları hem kainatı kuşatmış,
hem de ebede uzanmış olmasına rağmen
bunlardan en basitini dahi tedarik edemeyecek kadar acizdir insan.
Burada daha çok insanın iktidarsızlığına vurgu vardır.
Bu acizlik penceresi de,
aciz olmayan ALLAH’a açılıyor.
İnsan acizlik damarı ile aciz olmayan ALLAH’ı idrak ediyor.
İşte bu acizlik ve fakirlik damarı,
insan fıtratını ve mahiyetini kulluk yönünde işleten
ve sevk eden önemli iki kaynaktır.
Bu kaynak güzelce işletilip istihdam edilir ise,
insan kamil bir kul,
ahsen-i takvim bir halef-i zemin olur.
Özet olarak dua bir talepler listesi değil,
bir ibadettir.
İnsan dua sayesinde aczini ve fakrını hissedip,
aciz ve fakir olmayan Zata intikal eder;
duanın gerçek yüzü ve özü budur.
Talepler ve istekler duanın suret ve kalıplarıdır;
duanın esası ve özü
ALLAH’a acz ve fakr damarı ile iltica etmektir.
Nasıl bir çocuk,
eli yetişmediği bir meramını, bir arzusunu elde etmek için
ya ağlar, ya ister.
Yani, ya fiilî, ya kavlî lisan-ı acziyle bir dua eder,
maksuduna muvaffak olur.
Öyle de, insan,
bütün zîhayat âlemi içinde nazik, nazenin,
nazdar bir çocuk hükmündedir.
RAHMANÜ’R-RAHİMİN dergâhında,
ya zaaf ve acziyle ağlamak
veya fakr ve ihtiyacıyla dua etmek gerektir.
Tâ ki, makàsıdı ona musahhar olsun
veya teshirin şükrünü eda etsin.
Yoksa, bir sinekten vâveylâ eden
ahmak ve haylaz bir çocuk gibi,
“Ben kuvvetimle, bu kabil-i teshir olmayan
ve bin derece ondan kuvvetli olan acip şeyleri teshir ediyorum
ve fikir ve tedbirimle kendime itaat ettiriyorum” deyip
küfran-ı nimete sapmak,
insaniyetin fıtrat-ı asliyesine zıt olduğu gibi,
şiddetli bir azâba kendini müstehak eder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder