29 Şubat 2012 Çarşamba

bir kerre aman ya RABBİ, demiş olsaydı...

ALLAH TEALA Hazretleri «Ya Musa! Kâarun ve adamları senden dört defa yardım istediler. Kabul ve afvetmedin. Eğer ben azîmüşşana bir kerre, aman ya RABBİ, demiş olsalardı, hepsini afvederdim» buyurur.
Hz. Musa Aleyhisselâmın, hem amca oğlu, hem de eniştesi olan Kâarun, önceleri Musa Aleyhisselâma iman ediyordu. Gündüzleri oruç tutar ve geceleri de namaz ile meşgul olurdu. Ve lâkin çok fakir ve ehl-i iyaline bakmakta zorluk çekerdi. HAK CELLE ve ÂLA Hazretleri Musa Aleyhisselâma Tevrat'ı şerifi altun ile yazmasını emir buyurunca, Hz. Musa:
- Ya Rabbî, halimi biliyorsun, ben fakirim diye tazarrû etti.
Bunun üzerine CENABI HAK Hz. Musa'ya simya ilmini öğretir ve Hz. Musa da o emri yerine getirir. Daha sonra Hz. Musa Aleyhisselâm Kâarun'un fakirliğini ve ehl-i iyalinin çekmekte olduğu sıkıntıyı düşünerek, hem bedenî hem de mâlî ibadetini yerine getirip ecir sahibi olmasını düşünerek O'na da simya ilmini öğretir.
Kâarun ilm-i simyayı öğrenir öğrenmez, kâr-ı ibadet bu imiş diyerek nihayetsiz mal sahibi oldu. Bir rivayette, hazinelerinin anahtarlarını 70 ve diğer bir rivayette 100 deve götürürdü. Mücahid (R.A. da derki, her bir anahtar ile 70 hazine kapısı açılırdı.
Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü-kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. 28/76
Kâarun her hangi bir yere gidecek olsa, altun elbiseli ve altun lalıçlı 1000 erkek ve 1000 kadın dört bir tarafında giderlerdi. Velhasıl Benî İsrail iki kısmı olup, bir kısmı Musa Aleyhisselâmın, bir kısmı da Kâarun'un taraftarı idiler.
Bu hal içerisinde Kâarun, nafile ibadetleri bırakmış ve farzları da acele kılmaya başlamıştı.
Nihayet Kâarun'un zekat vermesi hakkında vahy-i ilâhî gelir ve Hz. Musa Aleyhisselâm bunu Kâarun'a tebliğ eder. Kâarun malının zekâtını hesab edince, bakar ki çok büyük bir yekûn tutuyor. Kalbi dünya sevgisine meyleder ve muhabetullah gider. Bir türlü o zekâtı veremez.
O (servet) bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi 28/78
Hz. Musa Aleyhisselâm, O'na giderek, emr-i ilâhîye itaat etmesini, dünya sevgisini Hz. ALLAH'ın muhabbetine tercih etmemesine dâir pek çok nasihat eder. Fakat Kâarun bunlara hiç kulak vermez. Hatta Hz. Musa Aleyhisselâma buğzederek, haşa iftira etmeyi tasarlar. Ve:
- Ya Musa, Mısır ehlini toplayalım ve o cemaat içinde seninle bahis edelim. Eğer açık delil ile bana gâlib olursan, malımın zekâtını veririm. Ve eğer ben sana gâlib olursam, sen de bundan sonra peygamberlik davasından vazgeçip bir köşeye çekilirsin, der.
Kâarun hemen güzel bir fahişe kadını kandırarak, Hz. Musa ile mübahese edeceğimiz mecliste bulunup, cemaat içinde «Ya Musa, benimle filan vadide zina etmedin mi? Hatta üzerimdeki çocuk da senindir.» dersen, sana o kadar çok mal veririm ki, ölünceye kadar sana ve evladına yeter, diyerek kadını kandırır ve razı eder.
Ertesi günü Mısır ahalisi, Kâarun'un geniş olan evinde toplanırlar. Hz. Musa Aleyhisselâm da gelir. Cemaat Hz. Musa Aleyhisselâmdan biraz vaaz etmelerini arzu ederler. O da bir kürsü üzerine çıkarak vaaz etmeye başlar. Vaazının bir yerinde Şöyle buyurur:
- Bir kimse hırsızlık yaparsa elini keserim. Bir kimse eşkıyalık yapsa, başını keserim ve bir kimse evli olup zina etse taşlayıp helâk ederim.
Hemen dinsiz Kâarun ayağa kalkar ve «Ya Musa, sen de zina etsen ne yaparsın?» deyince, Hz. Musa Aleyhisselâm da «Eğer ben de (haşa) zina etsem, CENABI HAK'kın emri bana bile böyledir.» der.
Bu arada, akılsız Kâarun o fahişeye işaret edip «Ya Musa senin zina ettiğine dâir, benim şahidim vardır. Zira şu kadın bana söyledi ki, sen bununla filan vadide zina etmişsin. Hatta karnındaki çocuk da senden imiş, diyerek, Hz. Musa'yı halk arasında mahcub etmek düşüncesi ile, o fahişeyi ayağa kaldırır. Ve ey kadın söyle ki bütün insanlar duysun,» der.
O kadın da söz verdiği gibi yalan ve iftiraya başlayacağı sırada, CENABI HAK, O'nun lisanını döndürüp, iftira edeceği yerde şöyle anlatır:
- Ey Benî İsrail! Doğrusu Hz. Musa'nın bu işten haberi yoktur. Kâarun'un söylediği yalan ve iftiradır. Zira Kâarun, beni çağırıp bir Çok mal vadederek, bu yolda Hz. Musa'ya iftira etmemi tembih etti. Halbuki Hz. Musa, Kalîmullah'tır. Öyle bir zata böyle bir adiliği isnad etmeye ALLAH'tan korkarım.
Bunun üzerine Hz. Musa Aleyhisselâm gayretüllah ile gadablanıp:
- Ey ALLAHın düşmanı: Bu iftiradan muradın nedir? Beni mahcub edip, CENABI HAK'kın emri olan zekâtı vermemek midir? der ve kendi hanelerine döner. Secdeye varır ve münacât ederek «Ey bütün gizliliklere ve sırlara vakıf olan RABBim! Kâarun'un iftirasını sen bilirsin, gayret senindir, der ve O'nun aleyhine dua eder. O anda Hz. Cibril gelerek:
- Ya Musa! Hz. ALLAH, Kâarun'un helaki için yeri emrine âmâde kıldı, diye haber verir.
Hz. Musa Aleyhisselâm kalkar ve doğruca Kâarun'un yanına gider. Kâarun melun, yüksek bir sedir üzerinde gurur ile oturmaktadır. Hz. Musa Aleyhisselâm asasını yere vurur ve «Yut» diye yere işaret eder. O anda yer Kâarun'un sedirini yutar ve melun üzerinden sıçrar. Tekrar «Ya yer yut» diye emredince, Kâarun'un dizlerine kadar yutar. Kâarun «Aman ya Musa!» diye yalvarmaya başlar. Fakat Hz. Musa asla iltifat etmez. Tekrar «Ya yer yut!» deyince, yer Kâarun'u ve kendisine tâbi olanları, bütün mal ve evladı ile beraber hepsini yutuverir.
Başka bir rivayette de, Hz. Musa'ya o iftirayı edip 4 bin adamı ile beraber sahraya çıkmıştı. Hz. Musa Aleyhisselâm, melunu yakalaması için yere emretmesiyle yer bir anda hepsini yutar. Hz. Musa Kâarun'un yalvarışlarına asla iltifat etmez.
ALLAH TEALA Hazretleri «Ya Musa! Kâarun ve adamları senden dört defa yardım istediler. Kabul ve afvetmedin. Eğer ben azîmüşşana bir kerre, aman ya RABBİ, demiş olsalardı, hepsini afvederdim» buyurur.
Bunun üzerine Benî İsrail arasında, haşa Hz. Musa, Kâarun'un malına ve hazinelerine tama ederek O'nu yere geçirdi diye bir takım lakırdılar ettikleri için, Hz. Musa Aleyhisselâm yere tekrar «Yut» diye emredince, bu defa yer bütün mal ve hazinelerini de yutar.
Sonuçta, ortalık, nefislere ve sebeplere mal edilmiş servet manzaralarıyla dolup taşıyor. Bir tarafta Kârun misali zenginler birer Kârun edasıyla dolaşırken, öte tarafta nice insan Kârun’lar misali bir hayata özeniyor.

Bir bütün olarak dünyanın şu an içinde olduğu hal Hz. Musa döneminden farklı olmadığı gibi, kendi iç dünyamıza baktığımızda da, aynı kıssanın bir özetini kendi iç dünyamızda yaşadığımızı görüyoruz. SAMED âyinesi olan kalb, zîşuur fıtratımız olan vicdan, RABBimizin emrinden olan ruh birer ‘ilim verilenler’ nümunesi olarak bize RABBimizi her daim hatırlatırken, nefis Kârun gibi çalışıyor. Akıl gibi bazı duygularımız ise, akıntıya göre yön, rüzgâra göre taraf değiştiriyor. Kâh nefsin güdümüne giriyor, kâh kalb ve ruhun ikazlarıyla hakikate uyanıyor.
Ve bu hengâmda, ya kendi kalb ve ruhumuzdan, ya da ‘ûtu’l-ilm’den olarak marifetullaha mazhar olmuş insanlardan imanî bir uyarı geldiğinde, nefsimizin Kârun’u hiç mi hiç aratmayan felsefeler geliştirdiğini görüyoruz. Bize verilmiş olan bir nimet karşısında, nefsimiz, Kârun’un çizdiği tavrın bir benzerini sergiliyor.
Eğer bu asrın Kârun’ları karşısında bir özenti duyuyor; ve büyük ya da küçük, bize birşeylerin ihsan edildiği herhangi bir noktada zihnimizin kıvrımlarında ‘bendeki ilim sayesinde’ türünden kayıtlar taşıyorsak, Kârun’un akıbetine açık bir vaziyetteyiz demektir.
Bu kapıyı kapayıp Kârun’un akıbetinden kurtulmak ise, öncelikle bu vâkıayı dürüstçe tesbit etmemizle mümkündür. İkinci adım, RABBimizden, Kârun’un nefislerin gözünü kamaştıran serveti karşısında kalb gözlerinin açıklığı sayesinde zerre kadar ubudiyet tavizi vermeyen Musa’nın dirayetinden, Hârun’un ferasetinden, Yûşâ’nın sadakatinden bizi de hissedar kılmasını istemek ve yönümüzü buna göre çizmek olacaktır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder