"Evet, herkesin bütün saadetleri, bir RABB-İ RAHİMe olan teslimiyete bağlıdır.
Aksi takdirde pek çok rablere muhtaç olur.
Çünkü insan, câmiiyeti itibarıyla bütün eşyaya ihtiyacı ve alâkası vardır. Ve her şeye karşı, hissederek veya etmeyerek, teessürü, elemleri vardır. Bu ise tam cehennem gibi bir hâlettir. Fakat erbab tevehhüm edilen esbab yed-i kudretine bir perde olan RABB-i VâHİDE teslimiyet, firdevsî bir vaziyettir."
İnsan her şeyden mutlu olabileceği gibi, her şeyden elem ve acı da duyacak bir mahiyete sahiptir. Mesela insan mehtaplı bir gecede yıldızları seyretmekten nasıl bir haz duyuyor ise, itikatsızlığı yüzünden bir yıldızın dünyamıza çarpma riskinden dolayı da ayrıca bir elem ve azap duyar. Demek insandan çok uzak olan yıldızlar bile insana mutluluk ve elem verebiliyor.
Bazen insan sebepsiz yere elem duyar, manevi bir kasavet içine düşer.
İnsan bunun köken ve nedenini anlamakta zorlanır. Ortada eleme sebep olacak bir husus yok iken elem duyar. Demek insanın şuuru dışında elem ve saadete nail olan cihazları ve hissiyatları var. Yine vicdan bazen müteessir olur, biz neden teessür içinde olduğunu anlayamayız.
Kainattaki bütün dış etkenler insanın iç alemindeki bir cihazın bamteline dokunup inletebilir.
İnsan bundan kurtulamaz.
"Hissederek" ifadesini şuur şeklinde anlamak gerekir.
Yani insan can sıkıntılarının bazısının nedenini bilir, bazısının nedenini bilemez. Bu noktadan her şey insanı taciz edebilecek potansiyel bir düşmandır. Lakin insan iman ve ibadet gözlüğünü takarsa, bu elem ve teessürlerden azade kalır, hadisatın baskı ve tazyikinden kendini kurtarır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder