İman ve hidayet, insanın iradesi ile kabul ettikten sonra ALLAH tarafından kalbe indirilen bir nur bir ışıktır. İnsan bu ışık ve nur sayesinde bütün alemler üzerinde tecelli eden ALLAH’ın isim ve sıfatlarının nakışlarını okur, bu ışık sayesinde kainatın sırlarını keşfeder.
Tıpkı karanlık bir mahzende ışıkların yanması ile eşyanın görülmesi ve karanlığın gitmesi gibi. İnsan küfür ve dalalet karanlığında iken, iradesinin sarfından sonra gelen iman ve hidayet nuru ile bütün alemi ve kainatı aydınlanıyor. İşte o alemleri aydınlatan ve kainatı ışıklandıran ve her şeyin sırrını çözdüren şey iman ve hidayettir.
Bu hidayet ve iman insanda olmaz ise yani küfür insanın alemini kaplar ise kainat ve içindeki eşya manasız ve abes bir meta haline dönüşür; ALLAH’ın varlığına ve isimlerine işaret eden milyonlar deliller insanın aleminde söner gider.
Mesela bir elmanın kendi nefsine olan işareti bir ise sanatkarı olan ALLAH’a işareti yüz bindir. Küfür, elmanın ALLAH’a olan bu yüz bin işaret ve delaletini yok edip, sadece nefsine bakan bir iki yüzünü gösteriyor. Bütün eşyayı aynı şekilde kıyas edecek olursak, koca kainat insan nefsine hitap eden adi ve basit bir meta haline dönüşür, diğer hikmet ve gayeleri söner gider. Felsefenin çıkış noktası burasıdır. Yani küfür kainat ile ALLAH arasındaki bağı koparttığı için kainat boşluğa ve gayesizliğe mahkum oluyor.
Mesela gözü sadece görmeye yarayan basit bir et parçası şeklinde tarif edersen, gözdeki o nihayetsiz ilim ve hikmetler anlaşılmaz olur. Zira gözün üstünde ki o nihayetsiz nakışlar ve ilimlerin, hepsi ALLAH’ın isim ve sıfatlarına bakıyor onlara işaret ediyor.
Bu hidayet ve iman insanda olmaz ise yani küfür insanın alemini kaplar ise kainat ve içindeki eşya manasız ve abes bir meta haline dönüşür; ALLAH’ın varlığına ve isimlerine işaret eden milyonlar deliller insanın aleminde söner gider.
Mesela bir elmanın kendi nefsine olan işareti bir ise sanatkarı olan ALLAH’a işareti yüz bindir. Küfür, elmanın ALLAH’a olan bu yüz bin işaret ve delaletini yok edip, sadece nefsine bakan bir iki yüzünü gösteriyor. Bütün eşyayı aynı şekilde kıyas edecek olursak, koca kainat insan nefsine hitap eden adi ve basit bir meta haline dönüşür, diğer hikmet ve gayeleri söner gider. Felsefenin çıkış noktası burasıdır. Yani küfür kainat ile ALLAH arasındaki bağı koparttığı için kainat boşluğa ve gayesizliğe mahkum oluyor.
Mesela gözü sadece görmeye yarayan basit bir et parçası şeklinde tarif edersen, gözdeki o nihayetsiz ilim ve hikmetler anlaşılmaz olur. Zira gözün üstünde ki o nihayetsiz nakışlar ve ilimlerin, hepsi ALLAH’ın isim ve sıfatlarına bakıyor onlara işaret ediyor.
"Eğer kat-ı intisaptan ibaret olan küfür, insanın içine girse, o vakit bütün o mânidar nukuş-u esmâ-i İlâhiye karanlığa düşer, okunmaz. Zira, Sâni unutulsa, Sânie müteveccih mânevî cihetler de anlaşılmaz, adeta başaşağı düşer. O mânidar âli san'atların ve mânevî âli nakışların çoğu gizlenir. Bâki kalan ve gözle görülen bir kısmı ise, süflî esbaba ve tabiata ve tesadüfe verilip, nihayet sukut eder. Herbiri birer parlak elmas iken, birer sönük şişe olurlar. Ehemmiyeti yalnız madde-i hayvaniyeye bakar. Maddenin gayesi ve meyvesi ise, dediğimiz gibi, kısacık bir ömürde, hayvânâtın en âcizi ve en muhtacı ve en kederlisi olduğu bir halde, yalnız cüz'î bir hayat geçirmektir. Sonra tefessüh eder, gider. İşte, küfür böyle mahiyet-i insaniyeyi yıkar, elmastan kömüre kalb eder."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder