Bu dünyada insana verilen duygular ile duyguların karşılığı olan maddi aza ve cihazlarımız arasında bir dengesizlik vardır. Maddi cihazlarımızın kapasitesi duygularımızı tam olarak karşılamaktan uzaktır. Mesela yemek yeme duygusunu ele alalım. Şöyle bir Ramazan akşamına doğru halimizi göz önüne getirelim. İftara bir saat kalmış, acıkmışız ve susamışız. Mutfaktan gelen kokuları hissettikçe daha da derinleşir açlığımız.
Öyle ki tencerede pişen tüm yemekleri yemek gelir içimizden. Bize bu haleti veren elbette ki açlığın şiddetli duygusudur. Ancak ne var ki siz ne kadar tencere dolusu yemek yeme hayalleri içinde olursanız olun, yiyebileceğiniz yemeğin miktarı çok önceden bellidir. En fazla iki litre kadar. Çünkü midenizin kapasitesi o kadardır, belki biraz daha fazla. Bu yemeği de ancak dört beş saat içinde hazmetmek mümkün olduğundan günlük en fazla alt- yedi litre hacminde bir gıda alabilirsiniz. Su içmek de aynıdır. Günlük en fazla iki-üç litre. Demek ki bizim yemek yeme hissimizin ve su içme zevkimizin sınırı midemizin kapasitesi ile sınırlıdır.
Bunun gibi diğer tüm dünyevi zevklerimizin sınırları vardır. Yüz adet arabanız var ise ancak birisi ile gezip tozabilirsiniz. Yüz odalı mükemmel bir saraya sahip olsanız ancak bir odasında yatıp kalkabilirsiniz. Yüz vagonlu bir tren sahibiyseniz ancak bir kompartımanında seyahat edebilirsiniz. Bunlar gibi bu dünyadaki tüm zevk ve hislerimize bakalım, muhakkak ki kapasitesi sınırlıdır. Onun için bize zevk veren duygu ve hislerimizi hırs duygusunun peşine takıp dünyevi zevklerimizin esiri olmayalım. Zira tüm bu duyguların tatmin yeri bu dünya değildir. Başka bir alemde, Cennet denilen ebedi mekanda bu duygular karşılığını bulacak.
Orada yendikçe mide hazmedecek, hiç ağırlık olmayacak. Enerjimiz tükenmeye doğru değil, artmaya doğru gidecek. Yedikçe yemek isteyeceğiz. Asla bıkmayacağız. Yedikçe zevk alıp mutlu olacağız. Yüz odalı sarayımız olsa her bir odasında ayrı ayrı zevk alacağımız nimetler olacak. Bir anda yüz yerde bulunmak istesek, bu gerçekleşecek. İşte bunun gibi tüm duygularımızın tam karşılığını ebedi Cennet yurdunda bulacağız. Bu nedenle denmiş ki bu dünya tatma dünyası, yeme dünyası, lezzet alma mekanı değil.
Ve yine bu nedenle denilmiş ki, "Helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur."
Evet helal dairesi geniştir, hemde çok geniştir. Dünyevi zevklerimize yeter de artar bile. Zira dünyevi zevk kapasitelerimiz sınırlı, bunu karşılayacak nimetler ise yeterli ve boldur. Harama ve gayr-i meşru yola girmeye hiç gerek yok.
Zaten günah denen hadiseye dikkat edin, çoğunlukla dünyevi zevklerin aşırılığından meydana gelmekte. İnsan, esasen ahirette tatmin edeceği duygularını ve yaşayacağı zevklerini dünya ölçeğinde tatmin etmeye çalıştıkça günah ile yüz yüze gelir. Hırs ile dünyada dalar. Dünyevi nimet ve zevkleri elde etmek için her yolu dener. Hatta çoğu kez helal kazancı yetmez, harama girer. Bu durum, maalesef günümüzde toplumun en önemli yaralarından birisidir. Halbuki insan peşinden koştuğu zevklerin mahiyetine bir göz gerdirse, bir çok meselenin uğraşmaya değmez olduğunu görecektir.
Zevklerin ve lezzetlerin daimi olmadığını bilecektir. Zira insanın alacağı tüm zevkler yetmiş-seksen yıllık bir ömürle sınırlıdır. Zaten zevklerimizin maddi cihazlar ile bir sınırı var, tüm zevklerimizin de ömür ile kesin bir sınırı var. Çünkü her türlü dünyevi duygu ve isteklerimiz ölüm ile son bulacaktır. Bu kaçılmaz ve kaçınılmaz bir hadisedir.Bu nedenle insan için en akılcı yol zaten sınırlı olan maddi zevklerini ertelemektir.
Duygularının yönünü ahirete çevirmektir. Sınırsızlık içinde ebediyete uzanan manevi zevklere yönelmek, her an ahiretin kapsında duran insan için en akılcı yoldur. Böylece toplum sosyal dengesini bulur. Faziletli, diğergam, fedakar, yardımsever fertler toplumun huzur ve saadetine hizmet eder. Zaten insanın bir gayesi de gayr-i meşru zevklerden uzak durup, ruhu ulvi duygularla donatıp kendisine tayin edilen kemal noktaya doğru ilerlemektir.
Bu da ancak hırsımızı gemleyip, dünyevi zevklerimiz erteleyerek meşru dairedeki zevk ve lezzetlere kanaat etmekle vuku bulur.