"Test edilemeyen bir şeyin adını tanrı koyamazsınız. İnançlarınız gerçekliğe dayandığı zaman hem daha mutlu olursunuz, hem de insanlık mertebesine ulaşırsınız. Kurda, kuşa, suya, ona buna bakarak, bunların bir yaratıcısı olmalı demek, tamamen insanın tanrıyı yarattığını gösterir."
Cevap: Bu soruyu soran ilmî çalışmanın ne olduğunu bilmiyor. Dinsizliği savunmayı, bir yaratıcının olmadığını kabul etmeyi, kendi aklınca bilimsel bir düşünce zannediyor.
Mantığın kaidelerindendir ki, bir eser varsa mutlaka bir ustası olacaktır. sobanın ustasını görülmediği için, o ustayı inkâr, ustanın olmadığına değil, cehalete delildir.
Dayalı döşeli bir evin içinde bulunduğunuzu kabul edin. Bu odanın kendisi de dâhil, içerideki eşyalar arasında, bir tane ustası olamayan bir nesne gösterebilir misiniz? Mesela, halının mı ustası yoktur? Perde mi ustasızdır? Yoksa tavandaki elektrik malzemeleri, ya da duvarlar ve tavan mı ustasız ortaya çıkmıştır?
İşte bir oda neyse kâinat da odur. Nasıl ki bir odanın içerisinde hiçbir eşya ustasız değilse, kâinattaki her bir varlığın da mutlaka bir ustası, yani yaratanı vardır. Hem de sonsuz ilim, irade, kudret ve kuvvet sahibidir. Bütün kâinattaki eserlerin benzer yapı ve şeklide olması, hepsinin bir ustanın eseri olduğunu göstermektedir. Mesela bütün canlılar ortak hücre yapısına sahiptir.
Hücrelerin bölünmesi, gelişmesi, farklılaşma bitkilerde, hayvanlarda ve insanlarda aynıdır. Hepsi de havayı teneffüs eder. Solum, sindirim ve boşaltım sistemlerinde cereyan eden kanunlar hepsinde aynıdır.
Amerika’daki tavuklar nasıl yumurta yapıyorsa, Türkiye’deki tavuklar da aynı şekilde yumurta yapmakta,
Avusturalya’daki koyunlar nasıl süt veriyorsa, Fransa’daki koyunlar da aynı şekilde süt vermektedir.
İşte kâinattaki bütün bu varlıkların benzer yapı ve şekilde olması, ustalarının bir olduğunu ve her şeye gücü yettiğini göstermektedir.
Kâinatı yaratan sonsuz kudret, sonsuz ilim ve sonsuz irade sahibini test etmek isteyen, kendi yaratışını testle işe başlayabilir. O kendisi, mesela 50 sene önce yoktu.
Onu yokluk âleminden alıp anne karnında bir hücre haline getiren, o bir hücreden çok hücreye dönüştüren, o hücrelerden mide, barsak, akıl ve göz halk eden, bu dünyaya insan olarak getiren ve her an onun hücrelerini yenileyerek hayatiyetini devam ettiren kimdir?
O inkârcıyı
bu dünyaya getiren ve halen hayatiyetini devam ettiren şu dört ihtimalden birisi olmalıdır:
1-Ya kendi kendine teşekkül etmiştir.
2-Ya tabiat yapmıştır.
3-Ya tesadüfen olmuştur.
4-Ya da, sonsuz ilim, kudret ve irade sahibi birisinin eseridir.
1.Kendi kendine nasıl olacak? Kendisi daha anne karnında mevcut değilken, kendisini nasıl yapacak? Bırakın yok olan kendisinin kendini yapmasını, hayatta mevcut olan annesi ve babası bile onun yaratılışında hiçbir söz sahibi değildir. Sadece onun dünyaya gelmesinde birer sebeptirler, hepsi o kadar. Ne onun hücrelerinin teşekkülünde, ne hücrelerin görev taksiminde, ne hayatının verilmesinde, ne kalbinin çalışmasında anne ve babasının hiçbir müdahalesi yoktur.
2- O inkârcının mesela gözünü, bataklıktaki kurbağa mı yapmıştır?
Yoksa gökteki güneş veya havadaki bulut mu, ya da yerdeki toprak mı onun gözünü takmıştır? Tabiat denen şeyler bunlar değil midir?
3- Tesadüfen ve gelişi güzel esen rüzgâr mı onun kalbini göğsüne, kulağını kafasına, dişlerini ağzına takmıştır?
Tesadüfen çorba bile meydana gelmezken, şuursuz, ilimsiz ve hayatsız elementlerden tesadüfen kendisinin meydana geldiğini nasıl kabul ve izah edecek?
4- Bir insanın ve dolayısıyla bütün insanların ve diğer bütün varlıkların; bu üç yolun herhangi birisi ile meydana gelmesi ve hayatlarını devam ettirmesinin muhal ve imkânsız olduğunu, aklen, kalben, vicdanen ve ilmen biliyoruz. Demek ki o zaman, kâinattaki bütün varlıkların, dördüncü yol olan, sonsuz ilim, irade ve kudret sahibi bir yaratıcının eseri olduğu açıkça anlaşılıyor.
Bir yaratıcıyı görmediği için inkâr edenler, her şeyin gözle görüleceği gibi yanlış bir beklenti içerisine giriyorlar. Aslında gözün görmediğini inkâra kalkışmak, bilimselliğin değil, cahilliğin göstergesidir. Gözün görmesi ayrı, kulağın görmesi ayrı, dilin görmesi ayrı, burnun görmesi ayrı olduğu gibi, aklın görmesi de ayrıdır. Gözle görülen ışık, mevcut ışık dalga boyunun sadece %3.5’u kadardır. %96.5’unu göz görmüyor. Ama onun varlığı akılla anlaşılıyor. İşte bu akılla anlama da bilimsel bir yoldur. Peki, gözle göremiyoruz diye, şimdi bu ışığın varlığını inkâr mı edeceksiniz? O zaman, röntgen ışığını, radyasyon dalgalarını, radyo ve televizyon dalgalarının olmadığını kabul etmeniz gerekir. Bu da cahilliği gösterir. Kâinattaki varlıklara bakarak ALLAH’ı anlama da bu röntgen ışığının varlığını anlama gibidir. Gözle radyo ve televizyon dalgalarının kendisi değil, eseri görülür. Kendisinin varlığı akılla bilinir. İşte ALLAH’ın mevcudiyeti de, eserlerinin varlığıyla anlaşılır.
Kâinattaki varlıklara bakıp da ALLAH’ın varlığını inkâr edenler, şeytanları da geçtiler. Çünkü, şeytan ALLAH’ı inkar etmiyordu. O sadece ALLAH’ın emirlerine itaat etmemişti. ALLAH’la muhatap olmuş, kendisine kıyamete kadar süre verilmesini istemişti.
Sonuç olarak, ALLAH’ın varlığını inkâr, bilimselliğin değil, cahilliğin eseridir. Çünkü, her bir varlık, kendine bir işaret ediyorsa, yaratıcısına binler dil ile şahadet etmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder