"İnsan bu aleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek(olgunlaşma, bir süreç içerisinde gelişimini tamamlama) için gelmiştir."
İnsan, doğduğunda temiz ve beyaz bir kağıt gibidir. Zamanla ve tecrübe ile bu temiz kağıt dolar ve tekemmül eder. Dolayısı ile insan doğarken, hakka ve doğruya yöneltecek bir şeyi beraberinde getirmez. Tamamen dış etkiler ve tecrübeler sayesinde doğruyu ve hakkı bulur, görüşünü savunan felsefi ve psikolojik ekoller ifrata gitmişlerdir.
Bu fikrin aksini savunanlar ise, insan hak ve doğrunun kıstaslarını fıtratı ile beraberinde getirir. Vicdan, mizaç ve insan doğası denilen şeyler dış etkenlere ve tecrübeye ihtiyaç bırakmadan doğru ve hakkı bulur; tezini savunanlar da tefrite gitmişlerdir.
Bu hususta vasat ve doğru olan ise, insanın doğuştan getirdiği şeyler olduğu gibi, vicdan ve fıtrat gibi sonradan tecrübe ve dış terbiye ile kazandığı şeyler de vardır. Yani insan, bütün bütün doğuşta boş ve cahil olarak dünyaya gelmiyor. Ama tam tekemmül etmiş ve öyle gelmiş de değil.
İnsan, yaşamı boyunca edindiği tecrübe ve dış etkileşim sayesinde itiyad-ı sani denilen ikinci bir fıtrat oluşturur. Yaradılıştan gelen fıtrat ile insan eli ile oluşturulan ikinci fıtrat bir birine zıt olursa, insan çatışma içine düşer.
Bu yüzden fıtri olan İslam dini ile beşeri diğer sistemlerin oluşturduğu ikinci fıtratlar arasında çok farklar vardır.
Mesela Marksist felsefe, yaradılıştan gelen fıtrata zıt olduğu için, insanlık içinde tutunamayıp kaybolmuştur. Diğer gayri fıtri sistem ve felsefi ekoller de çökmeye muntazırdır. Ayakta ve daimi kalan sadece fıtri olan şeylerdir. Bu da hakkın miyarı, sadece ve sadece tecrübe ve dış etkileşimdir, diyenlerin tezini çürütüyor.
İnsan ruhunun esas ve daimi olması, tekemmül etmesine mani bir durum değildir. İnsan ruhu başlangıçta müptedi olup, sonra tekemmül edebilir.
ALLAH insan ruhuna nihayetsiz terakki ve tedenni kabiliyetini vermiştir. İnsana düşen, İslam terbiyesi ile terakki kabiliyetini inkişaf ettirmektir. Ruhun asli unsurlarında bir değişim ve dönüşüm olmaz, ama aslını muhafaza ile beraber tekamül edebilir. Yani ruhta sabit ve değişmeyen bir yön olduğu gibi, değişen ve gelişen bir yön de vardır. İşte dış etkileşim ve terbiyeler ile ruh gelişip terakki de edebilir, yanlış terbiye sistemleri ile düşüp tedenni de edebilir.
Talim-i esma mucizesi Hazreti Adem (as)’a has bir mucizedir. Diğer insanların ruhu değil, fiziki ve cismani yapısı irsiyet olarak Adem babamızda vardı. Yani insanlığın fiziki genetik kodları Adem babamızda nüve olarak vardı.
Yoksa ruhlar, ruhlar aleminden şehadet alemine intikal ediyorlar. Eşyanın isimlerinin ve faydalarının talimi, Adem babamıza mucize vasıtası ile talim ediliyor. Sonra insanlığın kolektif aklı ile sonraki nesillere talim yolu ile aktarılıyor. Yoksa her insanın ruhu Adem babamızla beraber o mucizeye tanık oldu da sonra unuttu anlamında değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder