Kainat ve içindeki mahlukat, bir nehir gibi akıp kaybolduğu halde,
üzerindeki harika tecelli ve nakışların sabit olması, fenaya ve yokluğa mahkum olmaması, tecelli ve nakış sahibinin baki ve ebedi olduğunu ispat eder.
Nehir ve güneş
Nehir’in üstündeki kabarcıklarda yansıyan ışıklar, kabarcığın gitmesi ile kaybolmaması, ışığın kabarcıktan değil, daimi ve sabit olan bir güneşten geldiğini ispat ediyor. Yani nehir akıp kaybolduğu halde, nehrin üstündeki ışık süzmeleri kaybolmuyor. Bu da güneşin daimi ve baki olarak nehrin üstünde tecelli ettiğini akla gösteriyor.
Aynı şekilde kainat ve zaman nehrinde, mevcudat ve mahlukat sürekli akıp gidiyor, yani fani olup gidiyorlar.
Aynı şekilde kainat ve zaman nehrinde, mevcudat ve mahlukat sürekli akıp gidiyor, yani fani olup gidiyorlar.
Mesela; bizim ceddimiz şimdi yok, biz varız, yarın biz de gideceğiz, bizim torunlarımız gelecekler. Lakin Rezzak hakikati, ceddimizde göründüğü gibi, bizde de görünüyor, yarın torunlarımızda da görünecek.
Aynı şekilde diğer isimler de tecellisini devam ettiriyor.
Demek bizim faniliğimiz,
ALLAH’ın ve isimlerinin bakiliğine ve devamlılığına bir delil, bir ayna oluyor.
Bir ayna parçası yüzünü Güneşe çevirdiği sürece, içinde bir Güneş daimi olarak kendini gösterecektir. Ama bir taş parçasının içinde Güneş yoktur. Zira taş parçası ayna olma özelliği kazanmamıştır.
İşte insan da taş gibi değil ayna gibi olmalıdır. Nitekim bir hadisi kudside mealen;
"Ben yere ve semavata sığmadım, mümin kulumun biricik kalbine sığdım."
ifadesi de mümin kalbinin ayna özelliği kazandığını bize ifade etmektedir. Ona ayna olmanın yolu da Onun muhabbetini kazanmaktan ve marziyatını yerine getirmekten geçer. Yani onun istediği gibi yaşamamızdan geçer.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder