ALLAH’ın kainatta zıtları yaratması ve karşı karşıya getirmesi değişmez bir sünnetullah kanunudur. Zıtları karşı karşıya gelmesinden veya çarpışmadan, hayrın terakki ile tekemmül etmesi murat ediliyor. Bu yüzden kainatta nasıl hayır ve güzellikler mutlak olarak galipse, bu hayır ve güzelliklerin manasını ihsas ettirip keskin hale getirecek mevhum ve farazi şerler ve zıtlar da her hayır ve güzelliğin karşısında mevcut olarak icat edilmişlerdir.
Sıcaklığın sayısız mertebelerinin anlaşılması ya da zahir hale gelmesi ancak soğuğun müdahalesi ile mümkündür. Güzellik ve mertebeleri ancak çirkinlikler ile tezahür ediyor. Hayır şer ile çarpıştığı zaman gelişip büyüyor... Yani kainatta zıtların çarpışması öyle alelade misyonsuz ve sıradan bir olay değildir. Bunların karşılıklı çarpıştırılması ALLAH tarafından kasıtlı ve hikmetli bir şekilde dizayn ediliyor. Şayet zıtlar yaratılıp o güzellik ve hayırların karşısına çıkartılmasa idi, o güzellik ve hayırların sayısız tonları ve renkleri anlaşılmaz ve atıl kalacaklardı.
Ebu Cehil olmasa idi Ebu Bekir (ra) sıradan ve basit bir insan olarak kalacaktı. İşte bu mana ve inceliklerin anlaşılması ve zahir hale gelmesi için, ALLAH her güzelliğin ve hayrın karşısına çirkin ve şer rakipleri yaratmıştır. Serçe kuşuna manevra kabiliyetini kazandıran, atmaca kuşunun ona musallat edilmesidir. Hazreti Ömer (ra)’in adaletinin parlaması ve dillere destan bir şekle gelmesinde zulmün payesi vardır. İnsanlar zulmü bilmese ve görmeseler, adaleti takdir ve tahsin edemezlerdi.
Felsefenin cidal anlayışı tamamen kuvvetlinin zayıfı ezmesi ve her şeyin bir tesadüf eseri olarak vücut bulması şeklindedir. Mübareze kanunundaki hikmet ve misyonları onlar göremiyorlar. Çocuğuna terbiye maksadı ile annesi bir tokat aşk eder. Onu gözlemleyen kişi maksada bakmayarak anne ne kadar zalim, el kadar çocuğa tokat atıyor der. Diğer bir gözlemci ise maksadı takip ettiği, yani olayın bütününe bakarak hüküm verdiği için anneyi takdir ediyor. Ne kadar isabetli bir tavır sergiledi diyerek anneyi taltif ediyor. Aynı olayda iki farklı hüküm iki farklı netice. Birisi olayın cüzünde boğulduğu ve genel maksadı göremediği için olayı acımasız bir şiddet olarak algılarken, diğeri ise olayın genelini, fotoğrafın bütününü görüp ona göre hükme gittiği için olayı pedagojik bir tavır olarak algılıyor.
Aslanın ceylan yavrusunu parçalamasına bakarak "Hayat bir kavgadır." diyen maddeci felsefe, kainattaki umumi mübareze kanununu ihata edemiyor, oradaki genel maksatları göremiyor. Bu sebeple de hayata bir kavga olarak bakıyor. Halbuki yardımlaşma, dayanışma, cevaplaşma ve kucaklaşma kainatı öyle bir sarmalamış ki âdeta kainat, parçalanması mümkün olmayan bir bütün gibidir.
Yardımlaşma ve dayanışmanın bir direkt, birde dolaylı olanı vardır. Direkt olanı zaten çoklukla gözümüz önünde cereyan ediyor. Bu noktada kainat teavün (yardımlaşma), tesanüd (dayanışma), teanuk (kucaklaşma), tecevüb (cevaplaşma), fiilleri ile âdeta bölünmez bir bütün gibidir. Bunlar gözümüz önünde cereyan ettiği için ispata bile lüzum yoktur.
Dolaylı olanı ise kainatın umumi denge ve ölçüsünü korumak noktasıdır. Bugünkü ifadesi ile ekolojik düzen, yani türlerin birbiri ile olan ahenginin korumasıdır. Türler arasında öyle hassas ve mükemmel bir denge zinciri kurulmuştur ki, bu zincirden bir halka dengeden çıkarsa, zincirleme bütün ekolojik düzen dediğimiz dengeleri yok edip kainatın umumi ahengini yerle bir edecektir. Bu sebeple ALLAH türleri birbirlerini dengede tutacak şekilde besinler zinciri şeklinde yaratmıştır. Yani her tür başka bir türün dengesini sağlamak ile mükelleftir. Bu da bir çeşit dolaylı yardımlaşma ve dayanışmadır. Dolayısı ile evrimcilerin iddia ettiği gibi türlerin birbirleri arasındaki bu ilişki tesadüfi ve acımasız bir vahşet ve katletme değildir.
Mesela kemirgenler ile beslenen yırtıcı kedigiller olmasa, kemirgenler her tarafı istila edip dünya üzerinde kurulmuş ekolojik dengeyi bozacaklar. Arslan ve kaplan gibi yırtıcı kediler olmasa ot obur hayvanlar hem kendi içinde hem de kısıtlı olan meralarda başka türlere zarar verecekler. Daha bunun gibi muazzam hassas dengeler için türler birbirlerine besin zinciri olmaktalar. Bu da dolaylı olarak hem kendi türleri açısından hem de kainatın ekolojik dengesi açısından bir yardımlaşma ve dayanışma şeklidir.
Avustralyada aşırı avlanma yüzünden tilkilerin nesli tüketilince, tavşanlar aşırı üreyip çoğalınca her taraf tavşan ölüleri ile dolmuş. Hem tavşan neslinin sağlığı açısından hem de salgın hastalık riski açısından yetkililer derhal başka kıtalardan tilkiler nakletmeye başlamışlar. Bir müddet sonra tilkiler doğaya salınınca denge yeniden temin edilmiş.
Demek tilkinin tavşanı yemesi vahşet değil, umumi denge ve yardımlaşmanın dolaylı bir ifadesidir.
Bunun gibi yüzlerce örnekler verilebilir. Evrimciler kendi kokuşmuş vicdan ve akıl penceresinden olaylara baktıkları için, her şeyi düşman ve kavgacı olarak algılıyorlar. Bu bir algı sorunudur.
Mübareze kanunu ile maddeci felsefenin algıladığı cidal anlayışı arasında dağlar kadar fark vardır. Mübareze kanunu, bir maksat ve misyona hizmet ederken, cidal zulme ve tesadüfe hizmet eden ruhi bir hastalıktır.