26 Haziran 2012 Salı

Üç çizgi

“Ne istiyorsun?”
Anne çocuğuna sorar. Arkadaş arkadaşa. Terapist danışanına.
Ya da insan kendine sorar: “Ne istiyorsun?”
İnsan ne ister, diye düşünüyordum. Ne istiyorum, diye de.
Ne istiyorsun, diye sormaya görün. Bu masum sorunun cevapları bir anda dört bir yanınızı sarmaya başlar. İstekler, arzular, emeller birbiriyle yarışır. Her bir istek bu hengâmeden sıyrılıp öne çıkmak ister. İtiş kakış arasında, “Ben, önce ben,” diye haykırır durur…
İstekler, arzular, emeller, bendini aşmış bir baraj gibi taşar insanın içinden.
Bütün konuşmalara, insan hikâyelerine, tüm anlatılara kulak kabartın, kelimelerin altını kaldırın: aynı çığlığın yankısını duyarsınız: “İstiyorum! İstiyorum!”.
Ne istiyorsun?
Her şeyi ama her şeyi. Hadsiz şeyi.
Bir gün, yere bir çizgi çizer Kâinatın En Değerli Varlığı. “Bu insanı temsil eder,” der.
Önümdeki bir kâğıda bir çizgi çizdim (siz de çizin). Yanına “insan” diye yazdım.
Sonra bunun yanına ikinci bir çizgi daha çizip, “Bu da ecelini temsil eder” buyurur.
Önümdeki kâğıttaki “insan” çizgisinin yanına bir çizgi daha çizip yanına “ecel” yazdım.
İkinci çizdiği çizgiden daha uzağa bir çizgi daha çizdikten sonra, “Bu da emeldir” der ve ilave eder: “İşte insan daha emeline kavuşmadan ona daha yakın olan eceli ansızın geliverir.”
Ecel ansızın gelivermeden geleceğini düşünmek bile emellerimizin ferini söndürür. Kim bu dünyada istediklerinin tümünü elde etmiş ki?
Emeller terazisinde bir aşağı bir yukarı yol alırız. Arzular, istekler bir sarmaşık gibi gelip gelmeyeceği meçhul bir geleceğe tutunarak sürgün verir. Akrep ve yelkovanlara tutunmuş arzular zamanın üzerinde yol alır. İsteğin dur durağı yoktur. Esnekliği ise sonsuzdur. Bir o yana bir bu yana eğilir arzular.
Çekişler dövmeye başlar emellerimizi.
Gölde günün son ışıkları gibi titreşip durur evrenin köşelerinde. Dünyanın dişlileri öğütür onları. Ufuktaki son çizgi gibi sönmeye yüz tutar. Gönlümüze gecenin ateşi düşer.
İkinci çizginin yanına “emeller” çizgisini çizerken aklıma şairin (Kaysın Kuliev) sözleri düşüverdi.
“Karanlığa nerde yakalanırsa kuş,/Durup dinlenirmiş, derler orda./Ya sen dur durak bilmeyen kuş/Yüreğim, sen nerde durursun acaba?/Denize kavuşan telaşlı ırmak/Durup dinlenirmiş, derler orda./Ya sen, soluk almadan akan ırmak/Yüreğim, sen nerde durursun acaba?”
İnsan yüreği nerede durur?
Sorumun cevabını Zamanın Bedii’nden aldım: “Yine o şahıs, ebede kadar uzanıp giden emellerini, istidadlarını düşündüğü zaman, saadet-i ebediyeyi (sonsuz saadeti) tasavvur eder. O saadet-i ebediyenin mâ-ül hayatından (hayat suyundan) bir yudum içer, kalbindeki emellerini teskin eder.”
Sonra ölümün yanına “ebedi saadet” diye yazdım.
Ölüm emellerimize bu dünyada ulaşmayı engellerken, ebedi hayatta onlara kavuşmak için bizi sırtlayıp oraya götürüyor diye düşündüm.
Mustafa ULUSOY
Psiyatrist

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder