24 Şubat 2014 Pazartesi

ama fark var

İnsanlar da hayvanlar gibi doğar, yaşar ve ölürler. Aralarında benzerliklerin yanında çok farklılıkları da vardır.
ALLAH’(C.C)ın insana verdiği akıl ve fikir gibi iki önemli özellik ve onları kullanma şekline göre de hayvandan üstün olabilir veya daha aşağılara düşebilir. Hayvanların da her birinin cinsine göre farklı zekâları vardır ama akılları yoktur, ilhamla hareket ederler. Hayvanların ne geçmiş korkuları ne gelecek endişeleri vardır.
Yer içer ve günlük yaşarlar. Ama insanlar öyle değildir. Geçmiş zamanın elemlerinden veya istikbal endişesinden ızdırap duyarlar.
Eğer iman nuru içlerinde yoksa her şeyden korkarlar, her şeye üzülürler. Hayattan zevk alamazlar. Bu yönüyle hayvandan daha aşağıdırlar. Ama olaylara iman nuruyla bakabilirlerse, akıl onlar için azap aleti olmaktan çıkar, dünyadan hakiki lezzet alırlar. Öyleyse dünyanın gerçek lezzetini isteyenler yaratılış gayelerini iyi bilmeliler ve öylece yaşamalıdırlar.

20 Şubat 2014 Perşembe

ALLAHın imzası

İnsanlar arasında maddenin kıymeti ile sanatın kıymet ayrı ayrıdır. Mesela bir resim kağıdı düşünelim.
Bu kağıt ücret olarak yüz kuruş eder. Ancak aynı kağıdın üzerine  RESULULLAH (sav) bir besmele yazsa, artık bu kağıda değer biçilmez. Fakat, verilen değer, kağıda değildir,  kağıdın üzerindeki sanatadır.

 Sanat, maddeden daha kıymetlidir. İnsan maddi olarak; et, kemik ve kandan ibarettir. Bu açıdan baktığımızda, insan en kıymetsiz varlık olur. Zira eti yenmez, derisi işe yaramaz; bir koyun kadar kıymet alamaz.

 Ama üstündeki nakışlar, sanatlar  itibarıyla bakılsa, değeri birden bire artar ve bütün mahlukatı geride bırakır. Adeta ALLAH'ın yazmış olduğu bir imza gibi olur. Halife-i arz ünvanı alarak bütün mahlukatın efendisi konumuna geçer. Kainatın kendisine hizmet ettiği bir aziz misafir-i Rabbani olur.

15 Şubat 2014 Cumartesi

çekirdek

İnsanın mahiyetine takılan duygu ve cihazların kahir ekseriyeti, ahiret ve beka yurdu olan cennet için verilmiştir. Dünya ise bu duygu ve cihazların ahiret lehine geliştirilmesi için geçici bir mektep, geçici bir tarla hükmündedir. Bu duygu ve cihazların ağzı ve midesi  o kadar geniştir ki dünya bu ağız ve midede çok küçük bir kırıntı gibidir, onunla tatmin olmaz. Bu duygu ve cihazları doyurup tatmin edecek tek yer ahiret ve cennettir.
Öyle ise bu duygu ve cihazları dünyanın adi ve basit şeylerinde heba etmek yerine, yüzlerini ahirete çevirip orası için geliştirmek gerekiyor. Bu cihaz ve duyguları nefis ve dünya hesabına çalıştırıp işletir isek meccanen ve hebaen helak olup giderler. Hem de  günah ve sorumluluklarını ruhun üzerine yükleyip,
ahiret aleminde ruh ve bedeni müthiş bir azaba duçar eder.
Bir çekirdeği kimyasına uymayan bir toprağa atsak, nasıl o çekirdek gelişip büyümez tam aksine çürüyüp heba olur ise aynı şekilde insanın mahiyeti de ahirete programlanmış bir çekirdek gibidir; dünya toprağında gelişip büyümez, ancak iman ve ibadet  toprağında gelişip büyüyebilir. Koca mideli ve ağızlı bu duyguları dünya çerezinde doyurmak kabil değildir; ayrıca mesuliyetli bir ıstıraptır.

13 Şubat 2014 Perşembe

herşeyden bihaber

Günümüzün en lüks seyahat vasıtası olan uçakta bile insan, tam sessiz bir yolculuk yapamıyor. Motorun gürültüsü az da olsa insanı rahatsız edebiliyor.
Dünyamız ise hem kendi, hem de güneş etrafında süratle döndüğü halde, bu hareketin hiç farkında olmuyoruz. ALLAH Kelamında, dünyanın insan için bir beşik olduğu haber veriliyor. Sanki bu beşikte istirahat eden nazlı yavrunun rahatsız olmaması için beşik çok dikkatle ve sessizce hareket ettiriliyor.

Nefesimizle kanımız temizlenirken de hiçbir şey duymuyoruz. Bu temizlik de nazlı misafire uygun olarak yapılıyor. Hücrelerimizin değişmesinden de hiç haberimiz olmuyor. Halbuki, bir bina yıkılıp yerine yenisi inşa edildiğinde ne kadar zorluklar ve çevre için ne kadar sıkıntılar ortaya çıktığını yakinen biliyoruz.
Bu kadar nazlı bir hayat süren insanın, bütün bu nimetlere karşı RABBine iman ve itaat etmesi, sebeplere gönül bağlamaması, onlara yalvarırcasına zillet göstermemesi gerekir.
 

5 Şubat 2014 Çarşamba

İlim takdir eder, kudret ise vakti gelince icat eder

Kudret, günah işlenmeden devreye girip insanı cezalandırmıyor. Kudret, kaderi, dolayısı ile ezeli ilmi takip eden bir faildir. İlim takdir eder, kudret ise vakti gelince icat eder. Hal böyle olunca, kudret ile ilim arasında takdir ile amele koyma ilişkisi hükmediyor. Kader, bir kimsenin günahını ve bunun cezasını takdir ediyor, kudret sıfatı da bunu eyleme geçiriyor.
Aynı olay üstünde beşer zulmederken, kader adalet edebilir.

Mesela, bir adam geçmişte bir cinayet işler ve bunu saklar, ceza almaktan da kurtulur. İnsanlar onun katil olduğunu bilmez. Bir zaman sonra bu adam hiç karışmadığı ve tamamen suçsuz olduğu bir olay yüzünden hapse atılır. Halbuki adamın bu olay ile hiçbir ilgi ve irtibatı yoktur.

İşte kader bu adamın geçmişte işlediği cinayetine ceza olarak,
 bu olayda onu mahkum eder, bu adalet olur. Aynı  olayda ona iftira atıp hapse girmesini temin edenler ise, ona zulmetmiş ve iftira etmiş olurlar. Yani kader onu eski ve gizli kusurundan dolayı mahkum ederken, insanlar ise haksız ve iftira ile onu içeri atıyorlar. Öyle ise bu adamın hapse düşmesinde kader adil iken, beşer ise zalimdir. Hayatımızda başımıza gelen musibet ve sıkıntılara bu nazarla bakabiliriz.
İnsan, başına bir bela, bir sıkıntı,  bir hastalık geldiği zaman, isyan etmek yerine, kusuru kendinden bilip tövbe ve istiğfar etmeli. Acaba nerede bir hata işledim de bu başıma geldi, diye kendi nefsini muhasebe ve murakabe etmelidir. Olayların zahiri nedenleri üzerinde fazla durmayıp, kader cihetini düşünmeliyiz. O zaman isyan yerine sabretme kuvvetini kendimizde bulabiliriz. Dikkatini zahiri nedenlere hapsedenler, ilengeç ve isyankar olmaya mahkumdurlar. 

3 Şubat 2014 Pazartesi

sebebin sebebi var

ALLAH’ın kainatta sebepler vasıtası ile iş görmesi, sebepler ile yaratmanın daha kolay ve daha mükemmel olmasından dolayı değildir. Yani ALLAH, sebepler kolaylık sağlasın, icraatına bir hafiflik versin diye sebepleri takdir etmiş değildir. ALLAH’ın kudreti sonsuz olduğu için, bütün kainatı yaratmakla bir atomu yaratmak arasında fark yoktur. O bir şeye "ol" dedi mi o şey anında oluverir.
Bir şeyin sebepler eli ile yaratılması ile sebepsiz, anında "ol" emri ile yaratılması arasında kolaylık ve hafiflik bakımından hiçbir fark yoktur.

Sebeplere tapacak derecede bağımlı olan insanlar, ALLAH’ın sebepleri takdir etmesini, -haşa- sebeplere muhtaç olduğu için takdir ediyor, fikrine sapıyorlar. Halbuki ALLAH tarafından sebeplerin araya vesile olarak takdir edilmesi, tamamen insanlara ALLAH’ın isim ve sıfatlarını daha güzel tarif ve talim etmesi içindir. Zira bir şeyin süreçten yoksun olarak aniden vücut bulmasında, ALLAH’ın isim ve sıfatları iyi anlaşılmaz.

Mesela bir çiçeğin bir süreç içinde vücut bulmasında çok isimler araya girip kendini teşhir ve ilan ediyor. Şayet çiçek ani ve sebepsiz birden yaratılsa idi o isim ve sıfatlar devreye girip kendinin teşhir ve ilan edemezlerdi. Bu sebeple, sebepler araya girip ALLAH’ın isimlerinin teşhir ve ilan edilmesinde perde ve vasıta  oluyorlar.

 Yoksa sebepler ALLAH’a bir fayda ve kolaylık temin etmek için devreye ve araya giriyor değildir. ALLAH istese idi, bütün kainatı sebepsiz bir an içinde yaratabilirdi, bu onun sonsuz kudretine çok basit ve kolaydır.
 

1 Şubat 2014 Cumartesi

daimi bir güneş

Nehirin akıp gitmesine karşın nehir üzerinde parlayan ışık hüzmelerinin sabit kalması, daimi bir güneşi akla gösterir.

Aynı şekilde kainatta hükmeden zaman nehrinin sürekli olarak zeval ve icada mahal olması, daimi ve ezeli bir sanatkarı akla gösterir.
Zaman nehri içinde olan kainat sahifesine dikkat ile bakıldığında, her şey tebdil ve tağyir kanuna tabidir. Ama bu tebdil ve tağyir kanunu arkasında değişmeyen ve sabit olan bir Zat-ı Akdes olması lazımdır ki, o kanun sübut ile devam edebilsin. Yoksa Zat değişirse kanun da değişir, kainatta nizam ve istikrar kalmaz. Yani kainatta değişim ve dönüşüm  nasıl değişmeyen ve dönüşmeyen bir Zat'a işaret  ediyorsa, aynı şekilde değişmeyen kanunlar da ezeli ve ebedi olan bir Zat'a işaret eder.

Bu ölçüler ışığında meseleye bakacak olursak,  kainat nehrinde akıp giden güzelliklerin yerine yenilerinin gelmesi, baki ve fenadan münezzeh bir Cemal'e işaret eder ve onu bize ispat eder.
Diğer bir nokta, güzel ve estetik olan bir sanat güzel ve Cemil bir sanatkara işaret eder. Yani güzel güzel olandan gelir; çirkinden güzellik gelmez. Öyle ise kainatta dolaylı ya da dolaysız bütün güzellikler, ebedi bir güzelliğin tecellisi, O'na işaret eden bir levhadır.