"İnsan ise eğer dalâlet ve gaflete düşmüş ise, hazır lezzetine geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen endişeler o cüz'î lezzeti cidden acılaştırıyor, bozuyor..."
Burada insanı hayvandan ayıran çok önemli bir özellik nazara veriliyor.
Eğer insan bu dünyaya sadece yemek içmek ve zevk almak için gelmiş olsaydı, ona akıl verilmezdi. Zira, akıl geçmişte olan üzücü olayları insana hatırlatmakla ve gelecek için bir şeyler yapması gerektiğini ihtar etmekle onun hazır lezzetini bozuyor, acılaştırıyor. Bundan anlaşılıyor ki, insan geçmişi düşünmek, özellikle de anne rahminde geçirdiği safhaları, bebekliğini, çocukluğunu düşünmek suretiyle ALLAH’ın ona ettiği ihsanları hatırlamak, daha sonra ihtiyarlığı, ölümü, kabri, ahireti düşünmek suretiyle, ebedi saadeti için bir şeyler yapmak zorundadır. Onun aklı bunu emretmektedir; vicdanı bunu emretmektedir; ona o aklı ve vicdanı veren RABBi de bunu emretmektedir.
Dalalete ve gaflete düşmeyen insan geçmiş zamanı böyle değerlendirir. Böyle bir insan,
“Zevâl-i lezzet elem olduğu gibi, zevâl-i elem dahi lezzettir.” (Sözler, On Üçüncü Söz)
gerçeğini göz önüne alarak, mazide başına gelmiş olan üzücü, elemli olayları düşündüğünde bugün onlardan kurtulmuş olmanın zevkini tadar. Ayrıca, o elemlerin sabır şartıyla sevaplara inkılap ettiğini bilir, ahireti namına onlardan memnun olur.
Gaflet ve dalalet içindeki kimse ise,
bu manalardan uzaktır. Geçmişten sadece hüzün alır, gençliğinin ve sıhhatinin gittiğini esefle düşünür. Nice dostlarının bu dünyadan ayrılıp onu yalnız bıraktıklarını düşündükçe, elemi daha da artar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder